Düşünce özgürlüğü

Ankara’da okudum üniversiteyi. Zor olsa da beşinci yılın sonunda mezun olmayı başardım. Derslerde kendi düşüncelerimi söyleme cesareti gösterdiğim, sınavlarda sorulara “sizin beklediğiniz karşılık şudur, ancak bu konuda ben şöyle düşünüyorum” şeklinde cevaplar verebildiğim, herkes her durum karşısında susmayı tercih ederken her durumda öne atılabildiğim için derslerden geçebilmem pamuk ipliğine bağlı kaldı hep. Üniversite eğitiminde umduğunu bulamamış, sınırlandırılmış bir eğitimden sıkıntı duymuş biri olarak aldım elime diplomayı.

Yıllar geçti. Amerika’ya düştü yolum. Aklımda hep eğitime bir şekilde devam etmek vardı. Olur muydu, olmaz mıydı? Nasıl olurdu? Nerede olurdu? Ne kadar olurdu? Cevaplar oldukça müphem olsa da küçük adımlarla işe girişme kararına kadar vardı iş. Her gün bambaşka noktalara hayran kalarak ayrıldım sınıftan. Sürekli araştırmalar yapmak zorunda kalıyor, raporlar yazıyor, bu raporları sınıfta sunuyor, konuyla ilgili gelen sorulara cevaplar veriyor, karşılıklı tartışma ortamında araştırdığımızın yanında pek çok bilgiyi de öğreniyorduk.

Ben kalıplara sıkıştırılmış bir eğitim anlayışından çıkıp gelmiş, eski cesaretimi de çoktan kaybetmiş olduğum için konuyla ilgili kendimce yorumları söylemekten çekiniyor, hatta yeri geliyor söyleme gereği bile görmüyordum. Birgün, “Dikkat ediyorum da sunumlarınızda hiç kendi düşünceleriniz yer almıyor.” dedi Hocam. “Oysa ki bu kitaplarda yazan bilgiler değil, o bilgiler sonucunda sizin kendi vardığınız sonuçlar önemlidir benim için. Bu sınıfta hepimiz okuduk bu kitapları, hepimiz içinde neler yazdığını biliyoruz. Bize sizin düşünceleriniz lâzım.” Sonradan farkettim, hocamızın dağıttığı bütün kağıtların altında şu not vardı: “Konuyla ilgili kendi düşüncelerinizi raporunuzda dile getirmeniz puanlamanın en önemli kısmını oluşturacaktır.”  

‘Homeless Bird’ kitabının ödüllü yazarı Gloria Whelan “Chu Ju’s House”da bir çocuğun dilinden çok güzel çizer düşünce özgürlüğünün  alt başlıklarından sadece bir tanesinin kenar çizgilerini: “… why a man should be held captive for speaking the truth or what that truth might be…” Üniversite yıllarımda karşılaştığım sınırlandırma sonraki yıllarda sıkça karşıma çıkacaktı farklı biçimlerde ve ben bu sınırlandırmalara zaten alışmış biri olarak hiç şaşırmayacaktım. Amerika’da düşünce özgürlüğü mefhûmuyla gerçek mânada karşı karşıya gelmek, dilime vurulan mührü kırmak, “acaba şunu söylersem ne olur?” sorusuyla mücadele etmeden konuşabilmek kolayca üstesinden gelebileceğim bir durum değildi. Her kelimeyi itina ile seçmeyi, kırk kere ölçüp kırk kere tartmayı,  her cümlenin altından çıkabilecek yan cümleleri önce kendime bir bir sıralayıp en münasip olanı dile getirmeyi deneyecektim. Benim cümlelerim yıllar öncesinde kalmış konuşma cesaretimi hiç anımsamadan dokuzuncu boğuma takılı kalacaktı artık.

Yaşanan tecrübeler üzerine, sonuçta “her söylediğin doğru olmalı, ancak her doğru her yerde söylenmez” düstûru mühim noktalara işaret ediyor. Konuşma âdâbı, üslûbu, usûlü düşünce özgürlüğünün düzenleyeni konumuna geliyor dolayısıyla. “Kimin yarasına dokunur, kimin nefretini besler, kimi incitir, kimi bizden uzaklaştırır, kimi bize düşman eder” ayrıntıları üzerinde durulması gereken noktalar.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.