Kur’an-ı Mecid (1)

Bir uzun yol, upuzun. Kıldan ince kılıçtan keskince, sırat misal. Adem babamıza ruh elbisesi giydirildiği gün başlayan, İsrafil (as)’ın sûra üflemesiyle bitecek olan hayat yolculuğu. Sarp ve yokuştur bu yol, patikadanda beter. İnsandır yolcusu bu yolun. Yola koyulduğu ilk andan itibaren bir sürü gûlyabani düşer peşine. Sırlı bir gölge gibi peşinde olurlar hep. Kimisi sokakta, kimisi gündüz, kimisi gece, kimiside hep onunla beraberdirler. Nefes kesen bir kovalamaca yaşanır beşikten mezara. Gülge gibi nazar gibi, bir lokma aş gibi hep yanıbaşında olurlar. Bir şeyin peşindedirler onlarda. Yolcunun gayesini değiştirme, başını bulandırma, inhiraf ettirmedir gayeleri.
   
Hem acûldür insan, cehaletinin yanında. Üstad Bediüzzaman hazretleri bu yanımızı; hızla giden trenin içinde bulunan bir insanın, pencereyi açıp, dışarıda ki çalılara asılı olan meyveleri toplamak istemesi şeklinde hikaye eder. Parçalar ellerini, kan revan içerisinde bırakır dikenler.  

Bir kitaptır kainat. En büyük kitaptır hem. Harflerden, kelimelerden, cümlelerden, mektuplardan mürekkep. Kainat bir kitap, dünya bir mektup, cinsler cümle, fertler ise harfleri oluşturur. Her kitabın bir fihristesi olur ya. Kur’an-ı Kerim de, Kitab-ı kebiri kainatın bir tercümesi, fihristesidir. Her kitap okunmak için yazılır ki, burada kâri insandır.

Acziyeti, fakriyeti nihayetsizdir hem insanın. Ve böylece O, bir rehbere, kılavuza muhtaçtır. Konuşmaya dertleşmeye, yol göstericiye ihtiyacı vardır.  Okuma onun içindir. Bütün mevcudatın isimlerinin öğretilmesi ondandır. “Oku!” Emrine muhatap olması da ondandır.
Hiç kitapsız bırakmadı yaradan kullarını. Adem babamız on, Şit (as) elli, İdris (as) otuz, İbrahim efendimiz ise on sahifelik pusulalarıyla yol gösterdiler insanlığa. Hz Davud, Hz Musa, Hz İsa ve Efendimiz (as)’a ise daha geniş ve büyük kitaplar lûtfetmiştir Rabb’imiz. Daha geniş ve büyük zaman ve mekana rehberlik yapsınlar diye. Üçyüzonüç Nebiye kitap vermiştir hem. Resul yada Mürsel denmiştir onlara.
Harf harf, kelime kelime, cümle cümle kendini anlatmıştır bizlere. Ondandır Kelamullah denmesi Kur’ana. Oki Allah (cc), kendisini tanıttırıyor, insanda okumalı onu. Kainat kebiri kitabından tefekkürle, onun tercümei ezeliyesi olan Kur’anı sûre sûre, ayet ayet kelime kelime okumalı. Kur’an harf harf kendi sözü ve kendi beyanıdır Allah’ın (cc). Ezeli ve ebedidir. Mahluk değildir, değişmemiş ve hiç değiştirilemiyecektir de. Abdestsiz alınmamalıdır ele, aynı zamanda. (Vakıa 79) Tertemizdir ve temizlerden başkası dokunmamalıdır O’na.
Kainatta en büyük hakikat Allah hakikatidir. Allah hakikatini bizlere anlatan üç büyük hakikat vardır der Hz Bediüzzaman. Kitabı kebiri kainat, Peygamberler ve hususan Efendimiz (asv), Kitaplar vede hususan Kur’an hakikati. Kainat fiili kitap, Kur’an kavli kitap, Efendimiz (asv) ise her iki kitabada tercümanlık yapan mütercim.


Efendimiz (sav)’in en büyük mucizesidir Kur’an. Vahyi insanlara tebliğ edince, sihirdir dediler bazıları. Muhammedin uydurması diyenler oldu hoyratca (Yunus 37- 38). Bu defa Allah (cc) meydan okudu bunu diyenlere; “Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’an’dan herhangi bir şüpheniz varsa ve iddianızda sadıklar iseniz. Allah’tan başka bütün şahitlerinizi çağırın da haydi onun benzeri bir sure getirin. Eğer bunu yapamazsanız, Kur’an’da ki bir sureye benzer bir sure getiremezseniz ki bunu asla yapamayacaksınız, o halde odunu insanlar ve taşlar olan ateşten sakının. Çünkü o, kafirler için hazırlanmıştır”( Bakara: 23-24) Devam ediyor bu meydan okuma ve o gün bugündür hala cevap veren olmadı, bir kaç maskara dışında.
Kur’an-ı Kerim’in nûzulu zamanında dört şey çok güçlü ve revaçta idi.


– Belağat ve Fesahat. Belağa, ulaşma demektir, sözün en yüksek manasına ulaşması. Muhataba, anlaması gerekli olan her şeyi az ve öz ifadelerle anlatma sanatıdır belağat. Sözün her yönden manaya uygun olması hem. Hemde sözün fasih yani akıcı ve kusursuz olması. Kısaca anlaşılır ve tesirli olmasıdır sözün.
– Şiir ve Hitabet. His, fikir ve düşünceyi en güzel şekilde anlatma sanatıdır şiir ve hitabet. Kur’anın indirildiği süreçte Arap yarımadasında çok büyük şair ve hatipler vardır. İki gün üç gün dört gün arka arkaya hiç durmadan ve bir mısrada söylediğini diğer mısralarda söylemeden şiir okuyacak şairler olduğundan bahsedilir. Kuss bin Saide, Kab bin Malik, Hassan bin Sabit, Hansa, Lebid, Kâab bin Zuheyr, A’şa, İmr’ul Kays ve diğerleri.
– Kahinlik ve Gaybden haber verme çok yaygındı ve çok büyük kahinler vardı.
– Geçmiş hadiseleri, tarihi olayları hikaye etme.


Kur’an bu meselelerin hepsiyle alakalı öyle şeyler söyledi ki, herkes lal kesildi ve sadece Kur’anın sesi duyuldu. Kur’an elindeki elmas hakikatlerle meydana çıkınca, belağatin manası yeniden yazılmış, şairler kalemlerini kırmış, tarih anlatıcılar lal kesilmiş ve kahinler susmuştu. Mesela; bedevî bir Arap “Fesda’ bima tü’mer” ayetini işittiği vakit hemen secdeye kapanmış, ona “Sen Müslüman mı oldun?” diye sorduklarında “Hayır! Ben sadece bu ayetin belagatına secde ettim” demiştir. Zira “fesda'” kafaları çatlatırcasına demektir, kelimenin kendisindede çatlatma vardır aynı zamanda.
Meşhur Arap dilcisi Cahız ise Kur’anın İ’cazıyla alakalı şöyle bir tesbitte bulunur; “Mücadele-i bi’l-hurûf (harflerle harbetme) mümkün olmadığından muharebe-i bi’s-süyûfa (kılıçlarla harbe) mecbur kalmışlardı.”
Evet her şeyi elinde tesbih taneleri gibi döndüren mutlak Kudret Sahibi, hayatımızı her yönüyle Kur’anlaştırsın ve bütün mü’minlerin Kur’an müslümanı olmasını lûtfeylesin inşaallah.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.