İlla namaz illa namaz!

Namazda ki cevher ve kıymeti bilenlerin her daim dudaklarının balı şerbetidir, “illa namaz illa namaz” terennümü. Efendimiz (sav) Hz. Enes (r.a.)’dan rivayetle şöyle buyururlar: “Bana, (dünyanızdan) üç şey sevdirildi; güzel koku, kadın ve namaz. İlla namaz illa namaz, gözümün nuru ise namazda kılındı.” “Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namaz ile iki cuma, aralarında işlenen küçük günahlara keffârettir.” “Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himayesindedir. Dikkat et, ey Ademoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin.” “Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terketmek vardır”

Tesbihtir, tahmittir, tekbirdir namaz. O’nun yüceliğini, büyüklüğünü idrak etme yoluna girip, hayret ufkuna varıp, vecd içerisinde “Sübhanellah” diyebilmek, sağanak halinde ikram edilen nimetlere, şükr ile “Elhamdülillah” demek ve yaradılıştaki ihtişamı seyredip, ta’zimle “Allah’ü Ekber”e yürümedir. Vuslattır sevgiliyle günde beş defa, sevgiliye, hâli arzdır. Bakmaktır O’na doyumsuzca gönül gözüyle. Haremdir namaz hem, yahut kabuldür hareme. Has dairenin içine atılan adımdır. Ebed için yaratılan insanın ebedle kucaklaşmasıdır fanide. Huzur, esenlik ondandır işte. Dünyada cennetle vuslattır zira.

Bu buluşma, hareme kabül, tabiki edep ister. Adaba riayet ederek eda edilmeli değil midir bu merasim? “Sarhoşken namaza yaklaşmayın” (Nisa 43) buyuruyor ebediyetin ve edebin sahibi. Bu sarhoşluktan maksat, sadece içilen müksiratla olan sarhoşluk mudur acaba?… Dünyanın, hayatın, makamın, şehvetin ve daha nelerin, nelerin de sarhoşluğundan bahsedilebilinir mi ki? Mü’minûn sûresi ikinci ve dokuzuncu ayetlerde bu adabı beyan buyuruyor Hz Allah (cc): “Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”, “Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler”. Kendi terminolojisi içerisinde “tadil’i erkan, hûşu ve hudu diye isimlendirilen bu adabın birinci kısmı dış şekli ile, ikinci kısmı ise ruhuyla alakalıdır. Hocaefendi namazda ki tadil’i erkanı şöyle ifade ediyor: “İnsanın, Rabbiyle münasebetinde asıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan da lâfızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı mutlaka o lâfızlara ve kalıplara dikkat edilmelidir…” Evet öz olan hûşu ve hudu, kalıp ise tadil’i erkana riayettir. Namazın tadil’i erkanı ile alakalı Hocaefendi şunları ifade ediyor:  “Rükûda hakkını vere vere, kelimeleri güzelce telaffuz ederek -bazı fukahaya göre- bir kere “Sübhâne rabbiye’l-azîm” demek şarttır. Çok hızlı söyleniyorsa mânâsı yoktur onun. Çok kimselerin hızlı hızlı okuduğu Fâtiha, Kur’ân değildir. Çünkü, Kur’ân öyle inmemiştir. Böyle alelacele okunan Fâtiha ile kılınan namaz, namaz değildir. Bir nefeste, o nefes bitmeden sûreyi sona erdirme telaşıyla, soluğun tıkandığı yerde hızlıca ve can havliyle alınan ara nefeslerle okunan Kur’ân’la kıraat farzı yerine gelmiş olmaz. Lâfızlar mânâların kalıbıdır; ama kalıbın mânâya uygun olması lâzımdır.” (Fethullah Gülen, Kırık Testi, s. 57-58) Hulasa kıraatın tane tane okunması, her harf ve kelimenin anlaşılması, mahreçleriyle okunması, her rüknün tam ve eksiksiz yerine getirilmesidir ta’dili erkan. Hûşu ve hudu kalbin amelidir. O iç alemde yaşanmalıdır. O’nun (cc) azameti ve celali karşısında iki büklüm olup, hata ve kusurların hacaleti içerisinde “affa ferman” bulmak için yine O’na (cc) teveccüh etmektir hûşu. “Huşû içinde kılınmayan, rükû ve secdeleri tam olarak yerine getirilmeyen namaz (ahirette) simsiyah zifiri bir karanlık halinde ortaya çıkacak ve sahibine ‘Senin beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!’ diyecektir. Allah’ın dilediği zaman gelince böyle kılınan namazlar, eskimiş elbise (paçavra) gibi dürülüp sahibinin suratına çarpılacaktır.” (Taberanî, el-Mu’cemu’l-evsat, VII, 183)

Ne maksatla ve kimleri temsilen dururuz huzurda. Ne dileriz, kavuşmak, elde etmek istediğimiz nedir? Tazimle kıyam ederken, dizleri kırıp, beli bükme ne demektir? Bununlada yetinmeyip başla ayağı aynı hizaya getirmenin nedir maksadı? Hem teşehhüdün; sessizce, bükük boyunla oturuşun insana söylediği nedir acaba?  İşte kalıp ve şekillerin verasında ki anlamları kavrayıp, ruhen kanatlanmaktır hûşu.

Karın – buzun, zemherinin yerini, nasıl çekmenzâr alır baharda, bir bebe beyaz kundaklar arasında nasıl aralar minnacık gözlerini, sur-u İsrafille dağılan kemikler bir araya nasıl gelir, kün emriyle yoktan var olur her şey nasıl ki kaldırır başını uslca, aynen bunlar gibi de, tan yerine düşünce incecik bir nişan, imsak atınca, bir diriliştir sökün eder semaya – arza. Her seher vakti, bir diriliş olur, bütün dirilişleri hatırlatan. Bu kadim diriliş, maya olur yeni dirilişlere seher vaktinde. İşte o andır ki şükür gerekir. Gerekir zira diriliş tam ve mükemmel olmuştur. Ölümün öncüsü olan uykudan tam ve eksiksiz uyanılmıştır. Şükür nimetleri ziyadeleştiren, bereketlendiren bir iksirdir ya hem. Zamanın bağrına şükür mayası çalınmalıdır ki bereketli olsun.

Hem vakti zuhr nede önemlidir ya. Tûlû eden güneşimiz kemale ulaşmış, mevsim yazdır artık. Hayat da kemâli bulmuştur ya. Artık arzda Hz İbrahim babamızın solukları hissediliyordur. Yorulmuştur insan, bir tenezzühe ihtiyaç duyar. Nimetler karşısında başın dönmesi de mümkündür bu demde. Zaman kazanımlara şükür, ülfet ve ünsiyete de sıbğetullah çalma vaktidir.

Işık kaynağımızın boynunu büktüğü demler, asr vaktidir. İnsanlığın Sonsuz Nur’a(sav) ihtiyaç duyduğu vakitlerdir. Ağaçlar yapraklarını dökmeye başlamış, yaprakları dökülen gülün dalındaki bülbül, susma orucuna başlamıştır. Yazı – yabana gidenlerin, bastonlarına dayanarak, yavaşça evlerinin yolunu tuttukları anlardır artık. Son anda, son bir gayretle, gündüzün sahibine teveccüh vakti.

Artık güneş, gözükmez olmuştur. Vakit sevgiliye kavuşma anı, Efendiler Efendisi (sav) ruhunun ufkuna yürümüş, kış yeniden çökmüş ufka, israfilin suru ağzında. Ve işte o anda gecenin de kışın da, kıyametin de, ölümünde sahibine yönelme vakti.

Sonra artık güneşten eser kalmaz, kış bastırır bütün gücüyle. Hesap vaktidir artık. Baş yastığa, yastık çukura düşünce başlar muhasebe. Dünün yarının ve daha ötesinin. Hesabı iyi yapma, iyi verebilme, gecenin karanlığında kaybolmama ve karın buzun, toprağın bağrında, mezarın kucağında yeniden dirilme için kudreti sonsuzun önünde divan durma zamanı. Zifiri karanlığın bağrına, kandili yakma anı.

Hasılı her vaktin terennüm ettiği nice fısıltıları duyma, niçin huzurda durulduğunun farkında olup, her şart ve rüknün hikmet pırıltılarını seyretmektir gönül penceresinden hûşu. Haşyetsiz, tadil’i erkansız eda edilen namazları yük olarak tarif eder Peygamberimiz (sav). Yapılan rükû ve secdeleri tavuğun buğday yemesine benzetir.

Böyle bir namaz kolayda kazanılmaz ayrıca. Emek ister, dertlenme ister, temrin ister. On, yirmi, otuz, kırk sene ısrarla aranmalıdır ki böyle bir namaz, ancak bulunsun. Rabbim, bütün müslümanlara, gerçek namaz şuuru ihsan etsin, namazı hakkıyla ikameye bizleri muvaffak kılsın inşaallah.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.