Baki yurda yolculuk

Çoğu zaman, duyunca, hatırlayınca, hissedince, korkup – ürktüğümüz, kuytu bir köşede bırakıp, uzaklaşmak istediğimiz, bazı kimselerin ise; “Ölmek ne garip şey anne! Artık duvarları kanatırcasına tırnağımla şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım, mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım, baba olamayacağım örneğin, toprak olmak ne garip şey anne” diye mırıldandıkları ölüm, iman ehlince “şeb-i aruz” olarak algılanmış, adına “diriliş” konulmuş ve  “bir daha ölmeme” olarak algılanmıştır.

Kur’an-ı Kerim ölümün her an olduğunu hatırlatır “Her nefis, her an ölümü tatmaktadır” diye.

Şair bu ayeti şöyle resmeder mısralarında;

“Damla damla oluşuyor hayat

Ölüm kımıl kımıl

Duymak kolay,

Anlatmak değil.

Her an

Farkındayım

Az az öldüğümün

Bilincindeyim doğan ayın

Eriyen karın akan suyun

Ve usul usul tükenen zamanın”

 

Yine Kur’an “Ölümü de hayatı da yaratan O’dur” (Mülk 2) demek sûretiyle, ölümün hem mahluk, hem de hayat gibi bir nimet olduğunu söyler bize. Ölüme ister ruhun bedeni terk etmesi, isterse yorulan bedenin hayatiyetinin son bulması diyelim, varlık için en büyük gerçeklerden biridir hiç şüphesiz. Üstad Bediüzzaman hazretleri ölümü; hayatta mükellef olduğumuz bütün vazifelerden kurtulma, ülfet ve ünsiyet peyda eden bu dünyayı ve yaşamı, daha güzeliyle değiştirme, eskiyen ve yorulan bedeni dinlendirme olarak görür. Aynı zamanda insan ruhunun, ebedilik duygusu ile buluşmasının ilk adımı ve sonsuzluk yoluna girmesidir der.

Ömrü veren vakti geldiğinde, daha iyisini vermek için alır. Ecel gizlidir ne zaman insana uğrayacağı da belli değildir. “İnna lillah”ile başlayan yolculuğumuz “Ve İnna ileyhi raciun” ile menzil değiştirir. Aslında aldığımız her nefes bir taraftan hayat nefyederken, öte yandan da, nefes hazinemizin sonuna doğru yol aldırır bize. Hayat yolunda attığımız her adım, geçirdiğimiz her an ölüme doğru yaklaşmadır haddizatında.

Bu hakikati Gönenli Mehmet Efendi latifane şöyle anlatır;

“Saatin zinciri bitince eylemez tık tık

Vakt-i merhûnu gelince ruha derler çık çık!

Hakk’a kulluk eyle zira,

Ahirette dinlemezler hınk mınk…”

Ölüm çok zor bir iştir. Ruh bedenle ünsiyet kazanmıştır onca yıl zira. Ruh, yerleştiği damarlardan, sinirlerden, azalardan yavaşça ayrılırken, beden ızdırap çeker, yanar yakılır. İnsanın bedeninin bir parçası olan parmağı kopsa nasıl ki acı çeker, öyle de yıllarca iki sadık arkadaş olmuş ruh ile bedenin ayrılığı da acı olur. Hz Aişe annemiz Efendimiz’in (sav) son hastalığında vücudunun çok ateşlendiğini rivayet eder. Sorar Efendisine: Ey Allah’ın Resûlü bu hararetin sebebi nedir diye. Efendimiz (sav) şöyle buyurur: Ya Aişe! bu ölümün zorluğudur. Ölümün en az etkilediği insan benim, bende ki tesiri bile işte böyle. Zordur ölüm zira insan sevip ünsiyet beslediği bedeninden, sevdiklerinden ayrılıyordur. Hem bir de bazıları Azrail’in azameti karşısında  müthiş bir korkuya kapılacaklardır. Hele de kafirler için ölüm cehennem şeklinde temessül edince iyice korkutucu olacaktır. Hz Davud (as), ölüm anında saçın bir kılına gelen ağırlığın, dağlara inmesi durumunda, dağların paramparça olacağını söyler.

İmamı Gazali Hazretleri ölümün kendisi için rahmet olduğu insanların ölüm anında alınlarının terleyeceğini, gözlerinden yaş akacağını ve iki dudaklarının kuruyacağını söyler. İnanan kimseler için ölüm anında Yasin suresinin okunması veya ölen kişinin hayatında okuduğu Yasin-i şerifler, ölüm hararetinin gitmesine sebep olur. Ölümün kendisi için azap olacağı kimselerin ise ölüm anlarında, hırıltı çıkaracaklarını, renklerinin moraracağını ve dudaklarının pas rengini alacağını ifade eder.

“Öldüren de dirilten de O’dur.” (NECM/44) Evet ölüm fani, geçici, zor, meşakkatli hayattan, baki ve zahmetsiz hayata geçişin bir kapısıdır ve Allah’ın yaratması ile hasıl olur. Nasıl ki yenilen yiyecekler midede kendileri olarak yok olurlar, lakin insan seviyesine yükselirler, aynen öyle de bedenen toprakta yok olunacak lakin ebedi varlığın ilk adımı atılmış olacaktır. Ölümü de hayatı da yaratan Allah’tır (cc). Bir kaidedir usul ilminde; netice hayırsa, neticeye götüren yollarda hayırdır. Nasıl ki cennet muntazamdır ve hayırdır, öyle de ona götüren ölüm de yaratılmıştır ve hayırdır.

Nimettir ölüm, hem de en büyük nimetlerden. Ölümün nimet oluşunu Üstad Necip Fazıl ne güzel ifade eder:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!

Zira ebediyet için yaratılan insanın, sonsuzluğa yelken açması bu dünyada mümkün değildir. Kudretin tecelli ettiği alemde, ancak sonsuzluk yudumlanır. Kudret makamına çıkıştır ölüm. İnsan için hakiki varlığın yolu, ölüm kapısından geçmekle elde edilir. Toprağın altında çürüyen tohumun ter-ü taze fideler haline gelmesi gibi. Daha üstün bir hayatın cümle kapısıdır ölüm, katiyyen yokluk değildir.

Hayat yolculuğunun son sahifesinde bedenin yorulduğu, yaşlandığı görülür. Günlük yaşamda akşam olunca yorulan beden, ölümün küçük kardeşi olan uykuyla nasıl dinlenir, öyle de uzun ömürde yorulan beden dahi ölümle azâd olur bütün dertlerinden.  Hayatın zor şartları “el eman” dedirtmeye başlar insana bir vakit. Ölüm olmazsa herkesin bu vakitten sonra ahu vahlarla, hayatlarına devam etmeleri kaçınılmaz olacaktır. Ölümle, yıllanmış yorgunluklar, eskiyen beden, bozulan – arızalanan organlar, kavuşacaklardır rahata.

Hem dünyamızdaki ilmi gelişmelerin başlangıcında, insanların ölüme çare aramaları vardır. Hastalıkları tedavi edip, fani yaşamdan biraz daha kâm almak için nice çalışmaların yapıldığı bir vaka. Olmasa idi ölüm, hastalık korkutmazdı insanları, böylece çare aranmazdı uzun ve sağlıklı yaşam için. Açlık olmaz, rızık temini için çalışma da olmazdı.

Hem inanan insan için, sevdiği dostlarının bir kısmı zaten kabrin öteki tarafında, ölümün açtığı kapının ardında, diğer kısmı da aralanan kapıdan içeri gireceği ânı beklemede. Onlara kavuşma tabi ki bir lütuf ve ihsandır inanan için. Her nimet nasıl ki belli bir zorluğun ardından elde edilir, ölümdeki zorlukta ondandır belki.

Evet Bediüzzaman Hazretleri ölümü şöyle ifade eder; “Dünyay-ı zindandan bağıstan-ı cihana yolculuk. Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zâlim, vefasız hayattan geniş, huzurlu, düzenli, âdil ve sâdık yaşama vuslattır.

Haddizatında insan için önemli olan ölüm de değildir. Zira her şey ölür, insan, kurt, kuzu, aslan, kuş, ağaç, ot, yıldız, gezegen; her şey ölür. İnsan için önemli olan ölümün ötesinde yaşayacağı hayattır. Hazırlıktır ölümüm ötesine olmalıdır. Bunu ise Efendimiz (sav) enfes bir şekilde dört madde ile şöyle tarif eder. “Gemini bir kere daha elden geçirerek yenile, çünkü deniz çok derin. Azığını tastamam al, şüphesiz yolculuk pek uzun. Sırtındaki yükünü hafif tut, çünkü tırmanacağın yokuş sarp mı sarp. Amelinde ihlâslı ol, zira her şeyi görüp gözeten, tefrik eden ve hakkıyla değerlendiren Allah senin yapıp ettiklerinden de haberdardır.”

Evet  varlık için mukadder olan ölümün herhalde en önemli yönü, ötesi için hazırlıklı olmaktır. Uzun yolculukta ihtiyaç duyulacak şeylerin yanımızda olmasıdır. Rahman ve Rahîm olan Allah ölümü bütün mü’minlere kolay ötesine ise hazır eylesin inşaallah…

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.