Kendi düşen ağlamaz

Dış politikada başarı, güçlü ittifaklar kurmak ve onları sürdürmekten geçer. Aksi takdirde ülkenizi yalnızlaştırır, çıkarlarına zarar verirsiniz.

Son dönemlerde AKP Ankarası’nın yaptığı maalesef bu. Mevcut kaliteli ittifakları sürdürmeye yeterli özen göstermedikleri gibi, yanlış ya da riskli birlikteliklerin faturaları da yavaş yavaş Türkiye’ye çıkıyor.

Türkiye 2008’de 193 ülkenin 151’inden rekor destek alarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini kazanmıştı. Geçen hafta ise 136’ya karşı 60 oy ile İspanya’ya yenildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan kızıyor, Türkiye’ye komplo kurulduğunu falan ima ediyor. İşin gerçeği ise şu: Belli ki uluslararası camiada artık başarılı birliktelikler oluşturulamıyor. Daha önce kurulan ittifaklar da bozuluyor. Suçu şuna buna atmaktansa, şapkayı öne koyup düşünmek lazım.

BM bozgununun en dikkat çekici unsurlarından biri, Mısır ve Suudi Arabistan’ın Türkiye aleyhine lobi yapmış olduğuna dair güçlü duyumlar. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Müslüman Kardeşler’i merkeze oturtan Ortadoğu politikası, Arap dünyasının en güçlü iki ülkesini çileden çıkardı. Kahire ve Riyad’ın tehdit gördüğü radikal oluşumlarla Suriye’de kurulan örtülü ittifak işin tuzu biberi oldu. Osmanlı saltanatına ve halifeliğe özentiyle Ortadoğu’da Türkiye liderliğinde büyük bir ittifak kurma hayali suya düştü.

HEM İSLAM DÜNYASI HEM BATI KAYBEDİLİYOR

Peki Ortadoğu rejimlerinin çoğu gözünde istenmeyen oyuncu haline gelen Türkiye’nin Batı ittifakındaki yeri sağlamlaşıyor mu? Hayır. BM yenilgisinin ABD ve Avrupa basınına ‘oh olsun’ havasında yansıması, Batı cephesinde de ne kadar zemin kaybedildiğinin en çarpıcı delili. Ankara IŞİD tehdidinin büyümesinde hiç rolü yokmuşçasına ciddi sorumluluk almaya yanaşmayan, işi yokuşa süren güvenilmez bir müttefik görüntüsü veriyor. Hızla Erdoğanlaşan rejimi nedeniyle Türkiye’nin artık Avrupa Birliği üyeliğine adaylık liyakatini kaybettiği görüşü de Batı’da yaygınlaşıyor. Kısacası ne demokrasi ne güvenlik ortak paydasına girmeye yanaşan Ankara’dan Batı giderek soğuyor.

Türkiye ekonomik ve askeri açıdan Batı’ya son derece bağımlı bir ülke. Beğenmediğimiz Esed’in füzelerini bile sırf kendi imkanımızla savuşturma kabiliyetimiz yok; NATO’nun Patriot’larına müracaat ediyoruz. Dağdaki PKK’lıları elektronik takipten aciz olduğumuzdan, Washington’dan istihbarat dilenip duruyoruz. Batı sermayesi Türkiye’den çıksa, ya da mesela Avrupa ihraç mallarımızı almasa, ekonomimiz batar. Ama Türkiye’yi yöneten siyasetçiler lafa gelince maşallah mangalda kül bırakmıyor. Batı’ya kafa tutarak iç kamuoyunda sahte bir güç algısı oluşturmaya çalışıyorlar.

Batı’ya aşkla karışık nefret ve Batı karşıtı milliyetçilik Eski Türkiye’yi yönetenlerin damarlarında da dolaşıyordu. Güya ‘yeni’ Türkiye’de ise ideolojik kabuk değiştirdi. Artık ümmetçilik sosuyla tezahür ediyor. Peki aşırı şüpheci ve komplocu yaklaşımların Türkiye’ye ne faydası var? Hiç. Kimse Batılılarla pazarlık edilmesin, her istedikleri verilsin demiyor. Uluslararası ilişkilerde dostluk başka, pazarlık başkadır. Ancak dostluk ve müttefiklik ruhuna uymayan basit ve samimiyetsiz tavırlardan da kaçınmak gerekir. Bunun en son örneği, Ankara’nın IŞİD karşıtı koalisyona katkı konusundaki ikircikli tutumu.

‘TÜRKİYE’YE MESAFE KOYULSUN’ TARTIŞMASI

Obama yönetimi, jeostratejik konumu nedeniyle IŞİD’le mücadeleye çok değerli katkılar sağlayabileceği ümidiyle Ankara’nın kapısını ısrarla çalmaya devam ediyor. Başkan Obama bu amaçla dün Erdoğan’ı aradı. Ve Ankara yine İncirlik nazı yapıyor. Üssün ne kadar ve nasıl kullandırılacağına ilişkin iki başkentten gelen çelişkili açıklamalar dikkat çekiyor. Amerikalılar aldıkları (ya da öyle sandıkları) her sözü hemen kendi kamuoylarına aktarırken Türk tarafı ketum davranıyor, hatta yer yer Amerikalıları yalanlıyor. Washington’da Türkiye’nin koalisyona aktif şekilde katılmasının hem stratejik, hem mali sebeplerle önemli olduğu görüşü hakim. Mesela Amerikan savaş uçaklarının İncirlik’ten sorti yapmasına izin verilse, maliyet bayağı düşecek. Diğer yandan, Ankara’nın peşinde koşmanın ABD’yi küçük düşürdüğü, bu kadar zahmete değmediği, mesafe koyulmasının daha iyi olacağını savunanlar da var. Son olarak ABD’nin eski Ankara büyükelçisi Eric Edelman geçen salı düşünce kuruluşu BPC’deki bir panelde bu meyanda konuştu. Sadece sağ değil sol kesimde de aynı görüş dillendiriliyor. Ankara’nın tehdit perspektifinde IŞİD’in Kürtlerin gerisinde kalması, Washington’u rahatsız etti. Obama yönetimi, Ankara’nın terörist ilan ettiği PYD ile resmi temas kurduğunu açıklayarak mesaj verdi.

Amerika’nın tüm politikalarını beğenmeyebilirsiniz. Ama Amerika’ya yakın bir ülke görüntüsü vermenin getirileri götürülerinden çok daha fazladır. Türkiye’nin ulusal çıkarları, Amerika’yla birlikteliğinin bozulmamasını  gerektiriyor. Her şeye rağmen Türklerle iyi geçinilmesini savunan Amerikalılar, ‘Ortadoğu’da işleri Türkiye’yle birlikte halletmek onsuz halletmekten daha kolaydır’ diyenler. Aynı kaide fazlasıyla Türkiye için de geçerli. Amerika yanınızda değilse, hele karşınızdaysa bölgede ve dünyada işleriniz zorlaşır. Eğer Ankara’ya mesafe koyma görüşü Washington’da yaygınlaşırsa, bunun çok ciddi iç ve dış siyasi yansımaları olur.

Sadece dış politikadaki kibirli, hırçın ve ferasetsiz yaklaşımlar değil, içerde demokrasi, insan hakları ve hukukun altını oyan uygulamalar da Türkiye’nin uluslararası konumuna zarar veriyor. Mesela ciddi delillerle dolu 17 ve 25 Aralık dosyalarının kapatılmasının Türkiye’nin dünya klasmanındaki yerini olumsuz etkileyeceği kesin. Bunlar kaliteli ortaklıklar kurmayı, özellikle demokrat dünyayla ittifakın güçlenmesini engelleyen vahim hatalar. Kendi düşen ağlamaz.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.