Model (olmayan) ortaklık

ABD Başkanı Barack Obama’nın 2009 Türkiye ziyaretinde ortaya attığı “model ortaklık” kavramının Türk-Amerikan ilişkilerini ne ölçüde tanımladığına ilişkin şüphelerim hep olmuştur.

 

O tabir bana mevcut durumu yansıtmaktan çok, hedef ya da temenni gibi gelmiştir. Son dönemlerde bu kanaatim daha da pekişti. Zira şu sıralar ABD ile Türkiye arasında ne gerçek anlamda ortaklığa müsait bir ilişki modeli, ne de model denilebilecek bir ortaklık var.

 

Hemen iki örnek vereyim: Geçenlerde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Türkiye’nin birinci dereceden tehdit gördüğü Suriye lideri Beşşar Esed’i ve rejimini kimyasal silahlarını temizliyor diye övdü. Ankara ise ABD’nin küresel hasmı Çin’e ait bir şirketle dev bir füze anlaşması imzalamaya hazırlanıyor. Model şöyle dursun, ortaklık bunun neresinde?

Türk ve Amerikalı yetkililer basına konuşurken, “Dost ve müttefikler arasında bile bazı farklılıklar olması doğal.” diyor. Ancak eminim içeride değerlendirmelerini yaparken onlar da durumdan şikâyetçiler. Zira anlaşmazlıklar sırf detaylarda ve taktiklerde değil, yer yer stratejik boyutlarda ve hayati derecede önemli konularda. Kaygı verici olan da bu.

 

STRATEJİK VE TAKTİK ÖRTÜŞMEZLİKLER

 

Şu sıralar ABD ile Türkiye’nin en sıcak ortak dış politika konularından Suriye, Irak ve Mısır’da sadece taktikleri değil, stratejik öncelikleri de tam anlamıyla örtüşmüyor. Stratejik düzlemde Ankara daha cesur, müdahaleci ve değişimci bir siyaset izlerken, Washington çok daha pasif ve statükocu bir çizgide. Taktik düzeyde ise eylemden söyleme kadar birçok alanda ciddi farklılıklar gözleniyor. Mesela Türkiye’nin Suriye’deki muhaliflere yardım taktiklerinden ABD başkentinde duyulan rahatsızlık had safhada. Son olarak Wall Street Journal, Amerikan ve İsrail devlet kaynaklarına dayandırdığı kapsamlı bir haberle, Türkiye’nin MİT orkestrasyonu ile Suriye’de radikal ve terörist muhaliflere yardım ettiği iddialarını gündeme taşıdı. Gazeteye göre Obama bu konuda Başbakan Erdoğan’ı mayıstaki Beyaz Saray ziyaretinde bizzat uyarmış. Türk tarafı ise Amerikalıları ciddi el atmazlarsa Suriye’nin çok daha büyük bir kaos ve terör batağına saplanacağı hususunda nicedir uyarıyor, ama ikna edemiyor.

 

Sadece birbirini dinleme ve ikna değil, verilen sözleri tutma noktasında da durum iç açıcı sayılmaz. Obama’nın Başbakan Tayyip Erdoğan’dan iki önemli şahsi ricası hâlâ karşılanmadı. Biri İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi, diğeri Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun açılması. Obama bizzat devreye girip İsrail’in zor Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya Ankara’dan özür diletmesine rağmen normalleşme sürecinin hâlâ ağırdan alınması Beyaz Saray’ı çok rahatsız ediyor. Erdoğan, Mısır darbesinden İsrail’i sorumlu tuttuğunda Beyaz Saray’ın alışılagelmedik derecede sert tepki vermesinin altında, Ankara tarafından İsrail konusunda aldatılmışlık hissi yatıyor. Heybeliada’nın reform kapsamında eğitime açılmaktansa Yunanistan’la mütekabiliyeti merkeze alan ‘Eski Türkiye’ kriterlerine mahkûm edilmesi de, Washington’da büyük hayal kırıklığına yol açtı.

 

Ankara ise ABD’nin ikili ilişkilere ve taahhütlerine sadakatini özellikle Suriye ve Irak’ta teste tutuyor. Türkiye’nin Irak savaşıyla ülkede ve bölgede stratejik dengenin İran lehine değişebileceği uyarılarına rağmen, Bush yönetimi bildiğini okumuştu. Obama yönetimi de, Ankara’nın stratejik hassasiyetleri ve çıkarları rağmına Tahran eksenindeki Başbakan Nuri el Maliki’nin arkasında durmaya devam ediyor. ABD’nin Suriye’deki tavrı da Türkiye’den çok İran’ın işine geliyor. “Ankara radikal Sünni gruplara yardım ediyor” diye el altından kendi basınını fişekleyen Amerikan yönetimi, Suriye’de her tür kanlı tertibin içinde yer alan Tahran’la ise yumuşama siyaseti güdüyor. Üstelik bütün bu müsamaha, ABD’nin hiç hazzetmediği teokratik bir rejime gösteriliyor. Akıllara “İran sekülerleşse, Türkiye’nin pabucu dama mı atılacak?” sorusu geliyor.

 

FÜZE HAMLESİ WASHINGTON’DA DİKKAT ÇEKTİ

 

Füze sistemi ihalesinde Amerikan ve Avrupa firmalarından daha düşük teklif veren Çin firmasına müzakerelerde öncelik verilmesi, Türkiye’nin Batı tarafından çantada keklik görülmek istemediğini, milli çıkarları adına gerekirse ABD’yi dahi kızdırmayı göze alabileceğini gösteriyor. Niyet bu muydu bilmiyorum ama Ankara bu hamlesiyle Washington’un dikkatini tekrar çekerek jeostratejik önemini hatırlattı. Obama yönetimi harıl harıl kararın nihai olup olmadığını, ABD’ye bir mesaj mı verilmek istendiğini araştırıyor. Yönetimin orta kademelerindeki endişenin üstlere henüz fazla sirayet etmediği gözleniyor. Mesela hafta içinde Savunma Bakanı Chuck Hagel konuyla ilgili soruma cevap verirken eleştirel bir üslup kullanmadı. Gerçi Hagel’in Türkiye’ye özel bir sempatisi var ve yönetimin en ağırbaşlı isimlerinden. Beyaz Saray ve Dışişleri’ndeki havayı tam yansıtmayabilir. Öte yandan, Ankara, Çin’in Türkiye’nin savunmasına ürküttüğü kurbağaya değecek oranda kaliteli ve güvenilir bir katkı verip vermeyeceğini iyi hesap etmeli.  

 

Savunmaya ilişkin stratejik kararlarda bile -hele iki NATO üyesi olarak- ABD ile Türkiye’nin birbirini bu denli şaşırtabiliyor olması, Türk-Amerikan ilişkilerine “model ortaklık” elbisesi giydirmenin ne denli erken olduğunun bir başka delili. ABD’nin Türkiye’yi kenarda tutarak Avrupa’yla Transatlantik İşbirliği ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakerelerine girişmesi de ortaklık ruhuyla bağdaşmıyor. Hükümetin baskısıyla başlayan ikili serbest ticaret anlaşması müzakereleri ise bence Türkiye’yi sakinleştirme çabasından ibaret. Türkiye’deki demokratik gedikler ve ABD’nin azalan idealizmi, değerler bazında ortaklığı zora sokuyor. Model ortaklık gibi cafcaflı tabirler, fiili durumu görmeye engel olmamalı.

 

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.