TV dizileri bir kaçış mı?

TV dizileri bir kaçış mı?

Aile hayatımız açısından ‘geleneksel’ diye de adlandırabileceğimiz pre-modern, modern ve post-modern dönemin özellikleri adına müstakil bir yazı kaleme alacacağım inşaallah ama bu yazıda çok önemli gördüğüm bir hususa işaret etmek istiyorum. Aslında sıralama açısından okuyacağınız yazının yerinin, bahsini ettiğim yazıdan sonra olması lazım fakat zamanlama açısından da daha önce yayınlanması gerekiyor. Çünkü hayatta bazı şeyler vardır ki, onların zamana tahammülü yoktur. Bir an önce matbaa mürekkebi ile buluşmalı ve muhataplarına ulaştırılmalıdır.

 

‘Nedir sizce bu kadar önemli ve acil olan konu?’ diye meraklandınız sanırım bu cümleleri okuyunca. Hemen söyleyeyim; televizyon dizileri. 

 

Ne bir araştırma yapacak, ne de eğer yapıldıysa bu alanda istatistiki bilgileri inceleyecek zamanım var ama görünen köy de kılavuz istemiyor. Neredeyse bir 10 yıl var ki maziye doğru, Türk sineması ve televizyonculuğu film ve dizi sektöründe ciddi mesafe kaydetti. Ortaya koyduğu, her açıdan, kaliteli film ve diziler insanımızı sinema salonlarına, ekran başlarına kendiliğinden davet etti. Bu kalite, Hollywood düzeyiyle yarışır mı bilemem fakat dizilerin Türkiye ve yakın çevremizdeki ülkelerde uyardığı ilgiye bakınca yıllar öncesi Yeşilçam’ın çok ötesinde olduğumuz kesin.

 

Pekala ne veriyor bu filmler, diziler bize? Amaç sadece ticaret bile olsa her film ve dizi son tahlilde bünyesinde nice nice mesajlar taşıyor. Mesajlar bu sektörde rol alan sermaye grubundan senaristine kadar hemen herkesi içine alan ve ideoloji, inanç, bu ikisinin şekillendirdiği dünya görüşü, hayat tarzı, gelecek hayaline göre şekilleniyor.

 

İşte tam da burası benim zamanlama açısından hemen, bir an önce muhataplarına ulaştırılması gereken mesajı söyleyecebileceğim yer: Batı medeniyetinin öncülüğü ve en önemli temsilciliğini yapan bir ülkede 13 yıldır yaşayan bir insan olarak benim bir gözlemim bu. Bizim buradaki insanlarımızın bir çoğu bu dizileri, karşı karşıya oldukları hayatın gerçekleriyle yüzleşmekten kaçmak için izliyor. Zaten modern ve post-modern dönemin tabii özelliklerinin başında gelir bu; özellikle bilgi, tefekkür, tezekkür, teemmül noktasında behresi çok olmayan, hayatı günübirlik yaşayan, bir kitlenin içinde eriyip giden insanlar için geçerli bu tesbit.

 

Hayata tek buudlu bakıyor bu insanlar. Hakikatten haberleri yok. Haberleri olmayınca böyle bir arayış içine de girmiyorlar. Kendilerini eğlendirme, halk tabiriyle günlerini gün etme sevdasındalar. Vakti ‘değerlendirmek’ değil, vakti ‘öldürmek’ bunların ağızlarında bir slogan adeta. Hayatın mana ve muhtevasından habersizler. Neden bu dünyaya geldik, kim getirdi, nereye gidiyoruz gibi bir dine inansın-inanmasın her bir insanın mutlak manada düşünmesi ve cevaplaması gereken sorular böylelerinin ajandasında yer almıyor. Fıtrata alabildiğine aykırı bu yaklaşım gün gelip kendilerini içten içe yakıp-kavurmaya başlayınca bu defa yogalarla, metitasyonlarla tatmin peşinde koşturuyorlar. Uyuşturucuya, içkiye, eğlenceye, artık sonu izm ile biten sistemler kategorisinde yerini alan tüketizme kendilerini salıyorlar. Uzun sözü kısası; ayetin ifadesiyle Allah’ı unutmuş bu insanlar, Allah da onlara nefislerini unutturmuş.

 

Genelleme yapmak istemem ama gözlemim bu. Amerika’da yaşayan kendi insanımızda gördüğüm manzara bu. Diziler içki, kumar, uyuşturucu, fuhuş ya da tüketim hastalığı ile mukayese edince bu kaçışta en masum liman ya da sığınak oluyor. Haliyle muhtevaya bağlı olarak diziden başını kaldırmayan insanımızın içinde bir çok imani ve kültürel değer yıkılıyor, yerini başka değerler alıyor. Gün geliyor, TV ekranında örneği görülmüş bu öğrenilmiş sözde değerler, geleneksel olanla yer değiştiriyor. Ete kemiğe bürünüp kişiliğe mal oluyor, huy oluyor, karakter oluyor ve hayata hayat oluyor. Sonra? Sonrası malum. Basit hadiselerle başlayan tartışmalar, karşılıklı sevgilerine, saygılarına, aşklarına, bunca yıllık beraberliklerine ve çocuklarına rağmen kavgalara dönüşüyor, boşanmalara kadar uzanıyor.

 

Bilmem ki dizilere hiç bu gözle bakmış mıydınız?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.