Abdullah Aymaz
Eski Yazıları
Sihirbaz cellat, meylü’r-rahat
Münazarat Risalesinde anlatılan, bizi tembellik zindanına atan sekiz sebepten en sonuncusu meylü’r-rahattır.
Üstad Hazretleri bu meseleyi şöyle ele almıştır, “Sonra, bütün meşakkatlerin anası ve umum rezaletlerin yuvası olan rahat meyli (rahat yaşama arzusu, hayat tutkusu, yasama sevdası) geliyor. İnsanın himmetini, aşk ve şevkini bağlar ve sefalet zindanına atar. Siz de ‘İnsan için, ancak çalıştığının karşılığı vardır.’ (Necm Suresi, 39) ayet olan alicenap mücahidi o sihirbaz cellada gönderiniz.”
Tenperverlik ve rahat yaşama duygusu, zillet ve sefaletin esasını teşkil eder. Zaten Cenab-ı Hakkın rahmetinin gereği koyduğu kanuna göre, kainatta hareket ve faaliyet esastır. Allahü Teala, hiçbirşeyi hareketsizlikle mahkum etmemiştir. Yani aslında herşey ve herşeyin atomları, elektronları hareket halindedir. Hareket ve faaliyette lezzet vardır. Faaliyet, zaten, bizzat lezzetin ta kendisidir…
Asr-ı saadetin başında, Sahabe efendilerimiz dünyaya dağılmışlardır. İspanya’nın Valensiya şehrinin yakınlarında Roma dönemine ait kazılar yapılırken 648’de vefat etmiş bir sahabenin mezar taşı bulunmuştur. Yani Efendimiz’in (S.A.V.) hicretinden 26 sene sonra… Halbuki İspanya’nın fethine 711’de başlanmıştır. Fatihlerden çok önce kalb ehli gönül fatihleri oralara gitmiş, bir nevi zemin hazırmışlardır.
İslamiyet’in güzelliklerini yaşayarak, çok iyi temsil ederek işe başlamışlardır. Ama tebliğ etme aşkı ve şevki sönüp dünyaya meyil başlayınca zevkler sefalar dönemi başladı. Meylü’r rahat dediğimiz hayatı zevkli yaşama tutkusu onların ruhlarını çürüttü. Çünkü bu duygu ve tutku, sihirbaz bir cellat gibidir; öldürür de kimse fark etmez. Çürütür ama herkes kendini sağlam zanneder.
İşte o dönem Kastilya Kraliçesi İzabella, “Bu müslümanları buradan atacağım ve atıncaya kadar da yıkanmayacağım” dedi. Onüç sene yıkanmadığı için adı tarihlere Kirli İzabella olarak geçti. Ama Müslümanların hakimiyetini kırıp oradan attırdı. Akıbet feci oldu. Mezarları kendilerine kazdırdılar, ateşleri kendilerine yaktırdılar.”Ya İslamiyetten dönersin veya diri diri ateşe veya mezara girer ölürsün” dediler. Acaba cellat kimdi? Bence meylü’r rahat idi. Yoksa her Müslüman bir sene çalışarak, İslamın güzelliklerini göstererek bir kişi kazansaydı, İspanyollarda onları öldürmeyip, arkalarından dua edecekti. Belki Kirli İzabella böyle bir gayretle Nurlu İzabella olacaktı.
Ali Ulvi Kurucu Ağabeyin bahsettiği bir Ali Yakup Bey vardır. Büyük alim ve takva sahibi… Mısır Büyükelçiliğindeki yüksek maaşlı işini, takva anlayışına uygun bulmadığı için terkedip gelir İstanbul’a… Kendisine Bahariye Mensucattan bir muhasebe işi bulurlar. Sonra da Yatılı Kız Kur’an Kursu açılınca yaşından ve takvasından dolayı, orada Arapça, fıkıh, hadis, tefsir ve kelam dersleri okutması için kendisine hocalık teklif ederler. Maaş teklif edince kabul etmez. Israr ederler… Der ki: “Benim büyük dedem, Arnavutlukta büyük bir kilisenin papazı idi… Osmanlı geldi Müslümanlığı sevdirdi. Ben onlara her namazda dua ediyorum. Yani şimdi ben, bu Osmanlının torunlarına para ile İslamiyeti mi öğreteceğim? Böyle birşey olamaz.”
Gerçekten Bahariye Mensucattaki işine devam etti. Para buldu minübüsle, bulamadı yayan olarak o Kur’an Kursuna gitti. Allah Rızası için ders verdi. Bu arada İstanbul İlahiyatın bir çok profesörlerine de Hak Rızası için hiçbir karşılık almadan ders verip onları o konuma getirdi…
Şimdi düşünelim… Herbir İspanyol’un da Ali Yakup Hocamız gibi olması da mümkün mü idi, değil miydi? Elbette mümkündü… Sonra ne oldu? Bu mübarek işi yapmayıp dünyaya daldığımız, sanki cenneti yeryüzüne indireceğiz gibi uğraşıp zevk-safa içinde boğulduğumuz için önce birbirimize düştük. İç çekişmeler bizi bitirdi. Sonra birileri gelip bizi Endülüs’ten silip süpürdü… Biz ne diye katilleri ve cellatları başka yerlerde arıyoruz? Esas sihirbaz katil ve celladımız içimizde; meylü’r rahat…
Efendimiz (S.A.V) “Senin en zararlı düşmanın iki yanının arasında olan nefsindir” buyurmuyor mu? Tenperverlik, rahat düşkünlüğü nefsimizin en çok istediği birşey değil mi?
1 Comment
Only registered users can comment.
Yazinin son paragrafindaki Endulus kelimesinin yerine Turkiye yazsak ne guzel olurdu…….
Zannediyorum kiymetli yazarda hata olarak degilde mustear olarak Endulus yazmis.Bir zamanlarin Minyeli Abdullahi gibi