Abdullah Aymaz
Eski Yazıları
Kim haklıymış?
Necmeddin Şahiner Ağabeyin “Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi’yi Anlatıyor” isimli değerli eserlerini bugünlerde tekrar dikkatle okuyorum… İkinci cildde Çaycı Emin (Çayırlı) Ağabeyimizin hatıralarında dikkatimi çeken iki husus oldu, onları sizlere aktarmak istiyorum. Ağabeyimiz diyor ki:
“Sabahları erkenden Üstad’ın evine gidip sobasını yakardım. Yine böyle bir gün gitmiştim. Çok soğuk bir gündü, farkına varmadan sabah ezanından iki saat önce gitmiştim. Seccadenin üzerinde ibadet ediyordu. Mum ışığında, seherin soğuğunda, hazin bir sesle dua ediyor, için için yalvarıyordu. Ben heyecan içerisinde tam bir buçuk saat ayakta bekledim. Bu ulvî hali titreyerek, ürpererek seyrettim.
“Nihayet ezan sesleri uzaklardan gelmeye başladı. Ama o zamanki malum Türkçe ezan sesleri… Dönüp bana dedi ki: ‘Emin, sen çok büyük bir hata ettin! Kasem ederim, yemin ederim ki, benim bir vaktim vardır, o vakitte melâike de gelse, kati bir surette kabul etmem. Sen çok yanlış ettin. Bir daha böyle hareket etme, bu kadar erken gelme, ezan okunmayınca gelme!’ dedi.
“Efendim affet, kusura bakma! Ay ışığı dolayısıyla vakti bilemedim. Erken gelmişim. Bir daha ezandan önce gelmem’ dedim.
“Bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken: ‘……., ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’ diye birisine hitap ediyordu.
“Ben yine bir çok zamanlar olduğu gibi, hayretler içindeyim. Odasında benimle kendisinden başka kimse yoktu. Benim merakımı görünce, meseleyi şu şekilde izah etti: ‘Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum (1926). Baktım, o günlerde bir İslam düşmanı, ıslahı gayr-i kâbil… Arefeye birkaç gün vardı. Ben beddua ettim. Benim bedduama karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-ı Âzam ise, onun ıslahı için dua ediyorlardı. Benim bedduam ferdî kaldığı için iade edildi. Aradan seneler geçti. Baktım bu sene (1938-1939) bana nihayet hak verdiler. Ben halbuki bunun ıslahının gayr-ı kâbil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar beddua etmeye. Benim konuştuğum Kutb-ı Âzam’dır; Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicazla birlikte beddua etmeye başladı. Bana hak verdi… Ben de ona hitap ettim.”
“Üstad’la bu sohbetimizin üzerinden çok az bir zaman geçti; bütün Anadolu’da yer yer şiddetli zelzeleler başladı. Erzincan yerle bir olmuştu. (26 Aralık 1939) Uzun köprü şiddetli sallanmıştı. Bütün Türkiye korku içinde kalmıştı. Bu hadiselere Mehmed Feyzi kardeşim de aynen şâhittir.”
Üstad Hazretleri Yirmi Altıncı Mektub’un Dördüncü Mebhasında bir soruya cevap verirken diyor ki: “Bir zaman, ben bir kısım ehl-i dalâlete mühim bir vakitte kahır ile dua ettim. Bedduama karşı, müthiş bir kuvvet-i maneviye çıktı. Hem duamı geri çevirdi… hem beni men etti.
“Sonra gördüm ki, o kısım ehl-i dalâlet hilaf-ı hak icraatında bir kuvve-i mâneviyenin teshîlatıyla (kolaylık sağlamalarıyla) arkasına aldığı halkı sürükleyip gidiyor, muvaffak oluyor. Yalnız cebirle değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzu ile imtizaç ettiği için, ehl-i imanın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fena telakki etmiyorlar. (…) Sultan Mehmed Fatih’in zamanında hikaye edilen meşhur ve mânidar ‘Cibali Baba Kıssası’ nevinden olarak bir kısım ehl-i velayet de, zâhiren muhâkemeli ve âkil görünürken, meczupturlar.”
Abdülaziz Eddebbağ Hazretlerinin İbri isimli kitabında, Divan Velilerinden söz ediliyor. Bunların her sene Arafat’ta manevi bir toplantı yaptıkları, berzah âleminden de katılanların bulunduğu ifade ediliyor. Ama bir ara bunlar arasında meydana gelecek garipliklerden de bahsediliyor ki, ben bu hususun Üstad Hazretlerinin anlattıkları ile bir ilgisi olabileceğini tahmin ediyorum. Aslında mânevi ve gaybî konulardan söz etmek, bizim gibiler için karanlığa taş atmak gibidir. Ama bazı olaylar var ki, ister istemez insanı bu konulara sevk ediyor. Muhakkak ki, en doğruyu sadece Allah bilir.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment