Abdullah Aymaz
Eski Yazıları
Elektrik ve Risale-i Nur - I
1928’de yazılan Yirminci Söz’ün İkinci Makamında “Mucizât-ı Enbiya yüzünde parlayan bir Lem’a-yı i’câz-ı Kur’an” başlıklı bölümde Üstad Bediüzzaman diyor ki: “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misâli tıpkı içinde lâmba bulunan bir mişkat (içine meşale, kandil konulan bir oyuk, bir duy) gibidir. Lamba, bir cam içinde, o cam da sanki parlayan incimsi bir yıldız!… Bu lâmba, ne yalnız Doğuya, ne de yalnız Batı’ya mensup olmayan, mübarek, pek bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur. Bu öyle bereketli bir ağaç ki, neredeyse ateş değmeden de yağ ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna hidayet eder.” (Nur Suresi, 24/35) âyeti, pek çok nurlara, sırlara işaretle beraber elektiriğe dahi remz ediyor. Hâşiyesinde de “Bu öyle bereketli bir ağaç ki, neredeyse ateş değmeden de ışık verir. Işığı pırıl pırıldır; nur üstüne nurdur’ cümlesi o remzi ışıklandırıyor.”
Daha sonra yazdığı Birinci Şua’da Üstad Hazretleri şöyle diyor: “(Nur Suresinin 35. Âyetinin) mânevî münasebetinin letâfetlerinden bir letâfeti şudur ki, gaybdan haber verme nevinden, mucizâne hem ELEKTRİĞE, hem Risâle-i NUR’a işaret ettiği gibi, ikisinin zuhurlarını, meydana çıkış zamanlarından sonraki mükemmel halde inkişaf zamanlarını ve âdetin hilafına vaziyetlerini çok güzel gösteriyor. Mesela: “Ne yalnız Doğuya ne de yalnız Batıya mensup olmayan mübarek, bereketli bir zeytin apacı” (24/35) cümlesi der ki: ‘Nasıl ki, elektiriğin kıymetli metâı, ne Doğudan ne de Batıdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, hava boşluğunda, rahmet hazinesinden, semâvat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerde aramaya lüzum yoktur.’ der. Öyle de MÂNEVÎ BİR ELEKTRİK OLAN NUR RİSALELERİ de, ne Doğunun malumatından, ilimlerinden ve ne de Batının felsefe ve fenlerinden gelmiş bir mal ve onlarda iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semâvî olan KUR’AN’IN DOĞU VE BATININ üstündeki yüksek arşî mertebesinden iktibas edilmiştir. Hem mesela, ‘Neredeyse ateş dokunmadan da (o zeytinin) yağı ışık/ nur verir.’ (24/35) cümlesi, remizli mânasıyla diyor ki: ‘Hicrî on üçüncü ve on dördüncü asırda semâvî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır.” Yani Hicri 1280 tarihine yakındır. İşte bu cümle ile nasıl elektriğin hilafet âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyan eder; aynen öyle de, mânevî bir elektrik olan NUR Risaleleri de gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde,tahsil külfetine, derse çalışmaya, başka üstadlardan öğrenmeye ve müderrislerin ağzından iktibas olmaya muhtaç olmadan, herkes dercesine göre o âlî ilimleri, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkık bir âlim olur.”
1928’de ELEKTRİK ile ilgili yazı Risale-i Nurlarda yazıldığı gibi, ikinci yazı da 15 Mart 1965’te neşredilen Gurbet dergisinin ilk sayısında Yüksek Mühendis Süleyman Karagülle’nin “Kur’an ve Elektrik” başlığı ile yazıldı. Şöyle diyordu: “Zerrelerin (atomların) zerrelenmesine (tozarmasına), peşinden, bir yükü yüklenenlere, ardından kolayca cereyan edenlere, hemen sonra da emri (kumandayı, işi, enerjiyi) taksim edenlere yemin olsun ki, vaad olduğunuz şey doğrudur ve din (kıyamet) mutlaka vuku bulacaktır.” (Zâriyat Suresi, 1-5) Bu âyetlerin elektiriğin mâhiyetini ve fonksiyonunu nasıl veciz bir şekilde ifade ettiğini görmek için basit bir düşünce kâfidir:
“Zerrelerin tozarıp (yani saniyede 300.000 km’ye yakın bir hızla esen elektirikî rüzgârın, elektronları çekirdekten ayırıp ) hamule yüklenerek (yani negatif yük, elektirikî yük yüklenerek) kolayca cereyan etmesi neticesinde (yani elektirik cereyanı meydana gelmesiyle) emrin taksim edilmesi (yani barajlarda ve santrallarda üretilen enerjinin çeşitli makinelere ve çeşitli işlere taksimi, yahut verilen emir ve kumandanların âzâlara ve makinelere ulaştırılması), nasıl doğru ise (yani siz bu günün insanları, nasıl bunları keşfedip öğrenebildiniz ise), vaad olunanlar da (yani, İslâmiyetin muzaffer olacağı ve öldükten sonra dirileceğiniz hakkında verilen haberler de ) öylece doğrudur (yani onlar da olacaktır). Ve hesap mutlaka sorulacaktır (yani karşılık göreceksiniz).”
Ama asırlar önce Muhyiddin İbn-i Arabi de elektiriği tarif etmiştir. “İlmü’l-intikası ve’l-in’ikası, fi’n-Nuri ve’n-Nühas…” Yani “IŞIK ve BAKIR içinde baş aşağı düşme ve ters cihete dönmenin bilgisi.” diye ifade edebildiği durum, başaşağıya çevrilen bir bardaktan, suyun dökülmesi gibi, elektirik üreteçlerinde elektiriğin negatif kutuptan pozitif kutba doğru akması (doğru akım) hallerini özetler. Miladî 1213’te yani 804 sene önce vefat etmiş olan Muhyiddin Hazretleri Errahman Suresinin 35. Âyetindeki (Nur Suresinin 35. Âyeti de elektiriğe işaret ediyordu) “Şüvâz ve nühâs” ifadesinden bu fennî ve teknik hakikatı keşfetmesi, hem Kur’an’ın mucizeliğini hem de kendisinin (Muhyiddin İbn-i Arabinin ) kerametini isbat eder.
Mezkûr âyetin meâli şöyle: “Size dumansız bir alev ve bakır gönderirler de (buna yakalanırsanız, dokunursanız) kurtulamazsınız. Rabbinizin hangi nimet ve lütuflarını yalan sayabilirsiniz?” (Errahman Suresi, 35. Ve 36. Âyetler) Bilindiği gibi izolâtörlere sarılan ince bakır teller, evlerimizin her bucağına döşenmiş ve istediğimiz anda NUR=IŞIK saçan, yakmak için kibrit gibi bir yardımcıya ihtiyaç bırakmayan ELEKTİRK, bir merkezden her yere verilir. Şayet insan izolesi bozuk tele el sürerse cereyan onu çarpar. Hatta onu kurtarmak için başkası ona yapışsa, o da aynı tehlikeye girer. Bu kadar kuvvetli olan elektirik, bizim en uslu hizmetkârımız olmuştur. Onun için “Rabbinizin hangi nimet ve lütuflarını yalan sayabilirsiniz?” (Errahman Suresi, 36. Âyet) buyurulmuştur. Evet, aydınlatmasından başka elektirik, bütün ev işlerimizi de gören, ısıtan, serinleten, nakil ve hareket vasıtalarının çeşitlerini, sessiz ve dumansız, temiz bir halde işleten bu kuvvet kaynağı ne büyük bir rahmettir!..
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment