Abdullah Aymaz
Eski Yazıları
Bu hizmet ahiret kazanma pazarıdır
Cenab-ı Hakkın hiç birşeye ihtiyacı yok. Bizim ona ihtiyacımız var.
Bizler selim kalbi ile, ihlas ile güzel niyetlerle ne yaparsak, işte en makbul işlerimiz onlardır. Evet İslami prensipler, anlayanlara ve istifade etmesini bilenlere bir medeniyet projesinin bütün malzemelerini verir. Siz onlarla içtimai hayatın her yerinde olabilirsiniz. Okullarınız, üniversiteleriniz, medyanız, hastaneleriniz, STK’ larınız, bankalarınız olabilir, olması da lazımdır. Ama bunlar herşey değildir.
İşin ruhu ve özü ihlastır, kalb-i selimdir. Onun için zaman zaman kader-i ilahi imtihanlara tabi tutar, eleklerle defalarca elenebilirsiniz. Cenab- Hak ta işin başında müşriklerin zulümleriyle Efendimizi (S.A.S.), Sahabe efendilerimizi imtihan etti. Hz. Osman (R.A.) dönemi büyük isyanlar oldu. Zaten en başta Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali şehid edildiler. Hz. Hasan zehirlendi, Hz. Hüseyin’in başı hem de arkasında namaz kılanlar tarafından kesildi. Moğol istilasında başta Bağdat, İslam memleketlerinde neredeyse taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakılmadı. Kütüphanelerdeki İslami kitaplar yakıldı ve nehirlere atıldı. Dicle nehri kitapların mürekkepleriyle ve Müslümanların kanıyla akıp durdu. Bunlar beklenmedik şeyler değildi.
Mühim olan biz işin neresindeyiz? Muhasebemizi yapıp imkanlar nisbetinde, yapmamız gerekenlere yoğunlaşmamız önemli. Çünkü Cenab-I Hak, hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez ve teklif-i mala yutak’ta bulunmaz.
Hizmetimizin, elimizdeki imkanlarla, ahireti kazanma pazarı olduğunu bilmeliyiz. Üstadımız ve talebelerinin elinde işin başında hiçbir müessese yoktu, ama hizmetlerini ihlasla yaptılar, ümidimiz ve hüsn-i zannimiz o ki, ahiretlerini kazanıp gittiler. Sonra Cenab-ı Hak, bizlere müesseseler lütfetti ; eğer kıymetlerini bildikse, onlarla apılması gerekenleri yaptık demektir. Şu anda hepsi sıfırlansa bile, onlarla yapılan hizmetler 200 sene yeter. İlk günlere dönmüş oluruz… Evet bize “O, Verdi, O, aldı” demek düşer.
Şimdi ise ihlas ile Allah rızası için neler yapabileceksek o işlere yoğunlaşalım. Dünyalık bir beklentisi olmayanlar için, bunların fazla bir önemi olmasa gerek… Sadece bir benzetme yüzünden Türkiyemizi, ilk dönemin Mekke ve Medine’sine benzetecek olursak, ilkler olan Sahabe Efendilerimizin dünyaya dağıldığı gibi, bizim de dünyaya dağılmamız gerekir. Unutmayalım 1995’te, bir milyon insanımızın, fedakar öğretmenlerimiz gibi yurt dışına çıkıp, iş yapmaları okulları desteklemeleri ve o yerlerin insanlarına örnek olmaları istenmişti. Aheste revlik yapanlar oldu. Şimdi zulmen gitmek zorunda kalınıyor. Bunu da hatamızı telafi adına cebri lütuf olarak hem Cenab-ı Hakkın inayeti olarak kabul edelim.
Hicret etmeyip yerinde sayarak, zalimlerin baskısıyla bu güzel hizmetler aleyhinde konuşmalar yapmakla, iftiralar atmakla kurtulacağını sananlar şu ayetin işari manası ile günümüze bakan cihetine bir kulak verseler: “Muhakkak ki, (hicret etmeyerek, inanç ve anlayışlarını koruyamadıklarından dolayı) kendilerine zulmetmiş kimseleri, melekler vefat etirip “Siz neredeydiniz?” derler. Onlar “Biz bu ülkede ezilmiş, baskı altında zayıf kimselerdik!” derler. Melekler de onlara Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya derler. Onların durağı Cehennemdir ve ne kötü bir varılacak yerdir.” (Nisa Süresi, 97. Ayet)
Eğer ayetler bize indi, bize hitap ediyor diye bakarsak, çok istifademiz olur. Yoksa o zaten cehennemliklerden bahsediyor, pek bizimle ilgisi yok gibi (haşa) bakarsak, hiç istifade edemeyiz. Nazar-ı dikkati odaklamakla iyi kulak vermekle bir sohbetten bile, BİN İSTİFADE edenlerle, BİR İSTİFADE edenler hatta HİÇ İSTİFADE EDEMEYENLER arasında fark vardır.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment