Abdullah Aymaz
Eski Yazıları
Âsâ burada ama Musâ nerede bilmem
Uzun zaman Medine’de yaşayan meşhur Zehra Anne’mizin oğlu Feridun Dilek anlatıyor:
“İzmir’den Emine Hanım, Nazmiye Hanım ve Annem Zehra, Üstad’ın ziyaretinden sonra yine onun tavsiyesiyle İzmir’de derse başlıyorlar. Bir de Âdile (Suluk) Teyze vardı; biraz aksak yürür, baston kullanırdı. Onun evinde ders yapmaya başlıyor hanımlar. Bu derslerden birinde, vilayete şikâyet ediyorlar. Polis, evi basıyor ve bunların hepsini dersten alıp Kemer Karakolu’na götürüyor. Orada gece saat 12.00’ye kadar sorguluyorlar hanımları. Baskın olduğu sırada Âsâ-yı Musâ kitabını okuyorlarmış. Polis girince içeriye, tabancalarını düzelterek ‘Burada Âsâ ve Musâ varmış. Ortaya çıksınlar!’ diyor. O zaman Âdile Teyze bastonunu çıkarıyor ve ‘Evladım âsâ burada ama Musâ nerede bilmiyorum.’ diyor. Meğer vâliye telefon eden muhbir ‘Orada Âsâ ile Musâ var.’ demiş. Sonra suç olmadığı anlaşılınca polisler ‘Tamam gidin’ diyorlar. Validem, ‘Ben bu saatte dışarıya tek adım atmam. Bizi buraya nasıl getirdiyseniz, öyle götüreceksiniz.’ diye çıkışıyor. Bu cevabı alan polisler artık mecbur kalıyorlar ve bir araba ile annemleri evlerine kadar bırakıyorlar.” (Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-5 )
1975’te Edremit Avcılar Kampı’nda da böyle bir olay olmuştu. Cumhuriyet ve Yeni Asır gazeteleri hücuma geçmiş “Kaz Dağları’nda neler oluyor?” diye diziler başlatmışlardı.
Biz de tam kısa dönem askerliğe gideceğiz. Eşyalarımı topladım, valizimi çadırın hemen kapısının yanına koydum. İkindi ezanı okunuyordu. Hemen mescide koştum. Tam farza dururken, jandarmalar ve polisler kampı bastı. Ama biz hiç aldırmadan namaza durduk. Namazdan sonra baktım doğruca bizim çadıra girdiler. Bekledim. Belki beni çağırırlar, bir şeyler sorarlar, diyordum. Ama arayan soran yok. Çünkü öbür çadırlara yöneldiler. Başlarında bir subay vardı ve araştırmayı jandarmalar yapıyordu. Polisler karışmıyorlardı. Onun için biraz bekledikten sonra, onların yanından yola çıktım. Zaten askerliğim başlamıştı. Bir haftalık izinliydim. Isparta’ya gidecektim. Arif (Çağan) Ağabey’in yeğeni Atilla (Abdullah) Ağabey’e uğradım. Kaymakamla, partiyle, emniyetle arası çok iyi idi. Ama ortalıkta kimse yoktu. Çünkü gazetelerin farfara haberleri ihbar kabul edilmiş, yukarıdan gelen bir emirle baskın düzenlenmişti. Hiç kimse karışmak istemiyordu…
Ben gittikten sonra bütün kitapları ve Kur’an kasetlerini yığıp öğrencilere: “Mustafa İsmail kim? Öne çıksın!” diyorlar. Onlar da hep bir ağızdan: “Mısır’da!” diye bağırıyorlar. Bu sefer öbür Kur’an kasetinin üzerindeki yazıyı okuyup: “Abdüssamed! Gel buraya!” diyorlar. Yine onlar hep bir ağızdan “Mısır’da!” diye bağırıyorlar. Komutan kızıp “Kızdırmayın kafamı, şimdi gösteririm size!” diye sinirleniyor. Onlar da “Efendim bunlar Kur’an kaseti. Okuyanlar da Mustafa İsmail ve Abdüssamed… Onlar da Mısır’da yaşıyor.” diyorlar. Ama bütün bunlara rağmen, bütün hepsini toplayıp nezarete atıyorlar.
İşte günümüzde de benzer şeyler oluyor. Okullarda, dershanelerde, hatta kreşlerde bile terörist arayanlar var. Teröristler ellerinde silahlarla, bazukalarla, roketatarlarla dolaşıyor. Ama onları bırakıp kreş çocuklarından terörist çıkarmaya çalışıyorlar. Siz suçu çocuklarda değil, çocuk katillerinde arasanız daha iyi olur.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment