Abdullah Aymaz
Eski Yazıları
Afrika’nın giriş kapısı TUNUS
Değerli tenisçi, bir Türk babanın ve Tunuslu turizmci bir annenin oğlu olan arkadaşımız Kerim Aydın Bey’in, Tunus gezisi ile ilgili hatıralarından bazı bölümleri sizlere takdim etmek istiyorum.
Diyor ki: En son 2007 yılında görmüştüm yeni akrabalarımı. Roma’da yaşayan annem Samira Zenati ile otuz küsur sene bir ayrılıktan sonra yeniden tanıştıktan sonra Tunus’taki akrabalarımı da merak etmiştim ve tanışmak istiyordum. Baştan belirtmeliyim ki, Afrika’nın kapısı olan Tunus’a ilk etapta sadece ve sadece oraları fethetmiş olan İslam ordularının mübarek mücahitlerini ve kahramanlarını ziyaret etmek, onlara dua etmek ve onlardan bereketlenmek ve şereflenmek için ve bu yolla Allah’ın rızasını kazanmak için gidiyordum. Sonra ise sıla-ı rahim ve oradaki arkadaşları ve memleketi ziyaret. Otele vardığımızda, dayım Necmeddin Zenati, otelin tam karşısındaki küçük bir mescidi işaret ederek: “Bin Ali, Tunus’taki tüm camileri ve mescitleri kapattırtmıştı fakat şu ‘Küçük Mescit’ ve Zeytuna Camii hariç. Allahu Âlem, Hasan-ı Şazeli Hazretleri (1197-1258) şehire şu kapıdan girdiğinde büyük bir ihtimalle bu mescide uğradı ve kaldı…” dedi.
Yolculuğumuz sabah namazından sonra başladı. İlk durağımız, ashab-ı kiramdan Ebu Zouma el-Belevî Hazretleri’nin türbesinin bulunduğu ve aynı zamanda Ukbe bin Nafi Hazretleri’nin inşa ettiği büyük caminin olduğu şehir Kairouan (Kayruvan- Kervan). Türbesine vardık, abdestlerimizi tazeledik ve dualarla huzuruna çıktık. Kendisi çoğu defa Efendimiz’in (sas) mübarek saçlarını kesmiş, bir bakıma berberliğini yapmış ve hatta Efendimiz’in (sas) mübarek saç tellerini kolunu yarıp, adeta içine ekerek, kapatıp dikmiş; bundan dolayı kendisine ‘yeşil kanatlı’ denmiş. Kendisinin huzuruna vardığımızda, türbedar efendi bize çok güzel bir jest yaparak, türbenin iç demir parmaklıklarının kilidini açarak, bizleri içeri buyur etti. Çok şaşırmıştık ama tabii ki bizler için bir lütuf olmuştu ve çok bahtiyar olmuştuk. Yolculuğumuz bereketli geçmeye devam ediyordu. Dualarımızı ettikten sonra sahabe efendimizin (radiyallahu anh) huzurundan izin alarak mahzun bir şekilde zar-zor ayrılabildik.
Türbeden ayrılırken gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Hiç ayrılmak istemiyordum fakat Afrika Fatihi Ukbe bin Nâfi’nin, Efendimiz’in (sas) caminin inşası ile alakalı rüyada tüm detaylarını verdiği müthiş sanat eserini görecektik. Necmeddin dayı, “Görünce şaşıracaksın, hiç tahmin edemezsin!” deyip duruyordu. Arabayla yaklaştığımızda, İstanbul’un şehir surları gibi surlar göründü ve ardında ise cami karşımızda belirdi. Gözlerime inanamamıştım!
Belli ki İslam medeniyetinin ve mimari sanatının ve kendi öz stilimiz burada da olmuştu. Neden bütün detaylarını Efendimiz’in (sas) verdiği ve böyle olmasını arzu ettiği daha iyi anlaşılıyordu, zira bu cami gelecekteki tüm Mağrib beldelerine emsal teşkil edecekti. Fas‘taki meşhur Marakesh Camii, malum Endülüs medeniyeti ve daha sonra Mısır’daki el-Ezher’in tohumları buradan atılmıştı. Anlamıştım ki biz hakikaten Afrika’nın kapısına gelmişiz. Tüm kıtaya ismini veren Tunus’un zaten eski ismi İfrikıyye idi. Bu halet-i ruhiyemiz daha caminin avlusunda böyle ise Allahu a‘lem içeride nasıl olacaktı diye düşünürken, caminin içi bizi daha da şaşırtmıştı… Sanki, Endülüs’teki Kurtuba Camii’ndeydik… Bu arada caminin içerisinde bizi bekleyen bir sürpriz daha vardı. Necmeddin dayının gözüne mihrabın kenarındaki duvarda mermerlere işlenmiş bir yazı ilişti. Kendisi Arap olmasına rağmen yazıyı oradaki imamın yardımıyla ancak okuyabildi. Elhamdülillah -el Hamîd – el Mubdiu – el Mu’id… Kûfî yazı ile merkezde bir mim harfi var… Yani bu tek mim harfi, hem, el-Hamdülillah, hem el-Hamid, hem el-Mübdiu, hem el-Muîd kelimelerindeki dört tane Mim harfinin vazifesini görüyor… Sbeitla (Subeytula). Evet, burada da dualarımızı ettikten sonra Sbeitla (Subeytula) şehrine doğru yola koyulduk.
a.aymaz@zaman.com.tr
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment