Murakami’ye göre duvarlar birer sembol

Kitapları tüm dünyada satış rekorları kıran Haruki Murakami, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25’inci yıldönümü nedeniyle İngiliz gazetesi Guardian’da bir makale yayınladı.

Murakami makalede şunları yazdı;

“Berlin Duvarının Batı ve Doğu olarak ayrılmasının ardından neredeyse çeyrek yüzyıl geçti. Duvarı ilk kez ziyaret ettiğim zaman takvimler, 1983’ü gösteriyordu. Şehir ikiye bölünmüş, Batı Berlin’den Doğu Berlin’e seyahat edenler, geceyarısından önce dönmek koşuluyla birçok denetim noktasından geçerek varabiliyordu; tıpkı balodaki Sindirella gibi.

O zamanlar eşim ve bir dostumla birlikte, Doğu Berlin Opera Binası’na, Mozart’ın, The Magic Atmosphere adlı operasını izlemek üzere gitmiştik. İzlediğimiz performans ve salonun atmosferi karşısında büyülendiğimizi çok iyi hatırlıyorum. Ne var ki, birkaç perde sonra, saatin geceyarısına yaklaştığını farkettik. Üçümüzün de panik içinde, kontrol noktasına doğru koşturduğunu anımsıyorum. Her ne kadar zamanında varmış olsak da geçiş kapanmış ve ortada kalmıştık. Fakat ne olursa olsun bugüne dek gördüğüm en iyi The Magic Flute performansı Doğu Berlin’dekiydi.

Berlin Duvarı’nın yıkılacağı haberini aldığım an, çok rahatladığımı hatırlıyorum. Kendi kendime ‘İşte soğuk savaş sona erdi ve artık eminim ki hepimiz daha barışçıl bir dünyada yaşama fırsatı bulacağız’ demiştim. Fakat ne yazık ki, bu sadece kısa süreli bir rahatlama oldu. Orta Doğu karışmış, Balkanlarda yaşanan savaş, bir teröristin diğerini öldürmesi ve tabi ki 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırı. Daha iyi bir dünya için çürüyen umutlarımız…

Bir yazar olarak duvarlar her zaman benim için önemli bir motif oldu. Hard- boiled Wonderland the End of the World adlı romanımda, sınırları yüksek duvarlarla örülü içine bir kez girdin mi; bir daha çıkışın imkansız olduğu kurmaca bir şehir yaratmıştım. 2009’da İsrail Edebiyat Ödülleri’ne değer görüldüğümde ‘Duvarlar ve Yumurtalar’ başlıklı bir konuşma yapmıştım. İsrail- Gazze çatışmasının yaşandığı zamanda yaptığım bu konuşma, duvarlarla yüzleşme sürecinde bireylerin ne kadar güçsüz kaldığını anlatıyordu. Bazı durumlarda bizi koruyan duvarlar, yine de benim için insanlar kadar değer yargılarını da birbirinden ayrıştıran bir sembol oldu. Yani bizleri koruması gereken o duvarlardı yine bizleri ayıran…

Yıkım, yalnız gerçek duvarlarla değil, zihnimizin o görünmeyen duvarlarında da gerçekleşir. Kimi duvar bize daha fazla ileri gitmemiz gerektiğini söylerken, kimisi ‘Daha çok insana, biraz daha yaklaş’ mesajı verir. Bir duvar nihayet yıkılır ve dünya farklı bir yüzünü bize gösterirken kısa süreli yaşadığımız o ferahlama, dünyanın o diğer yüzünü göstermesiyle aniden son bulur. Karşımızda bu defa hoşgörüden yoksun, etnisite, din, yas ve korku duvarları durur. Acaba bir gün duvarlardan yoksun yaşayabileceğimiz bir dünya düzeninin parçası olabilecek miyiz?

Biz yazarlar için duvarlar, yıkılması gereken başlıca engeldir. Yazım sürecimizde bu duvarların aralarından sıyrılmaya çalışırız. Bilinç ile bilinç dışı, gerçek ile düzmece arasındaki duvarlardan geçişler yaparız. Biz, o duvarların karanlıkta kalmış görünmez yüzlerini görür ve onları kağıda dökeriz.

Bir eser, okuyucuyu etkilediği ve heyecanladırdığı zaman, o duvarın yıkımına okuyucuyla birlikte yazarı da ortak olur. Yazarlık hayatım boyunca bir kitabın insanda yarattığı fiziksel etkilerin gücünü hep sevdim. Örneğin okuyucuyu yerinden kıpırdartmaya başlayan etkiler, yani tıpkı özgürlük hissi gibi… Bu hislerdir zaten duvarları aşmamızda bizi cesaretlendiren. İşte edebiyatın bu duvarları ‘aşabilme ve yenebilme’ gücünü sevdiğim için hep böyle hikâyelerin peşinde koşuyorum.”

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.