Komiser Kemal, Hollywood’da

Komiser Kemal, Hollywood’da

Komiser Kemal ile Komiser Cemil’i hatırlar mısınız? Mazlumun yanında, zalimin karşısında kanun adamları…

Eşine, dostuna, amirine rağmen kötü adamların işlerine çomak sokan ‘unutulmaz’ karakterler. Üstelik şimdinin Behzat amiri gibi ‘heyheyleri’ de yok. Çıktıkları yoldan hiçbir şekilde geri dönmezler; idealisttirler. Cüneyt Arkın ile özdeşleşen 1970’lerin popüler polisiye filmlerinin başkarakterleri Komiser Cemil ile Komiser Kemal…
Şimdi ikisinden birini, mesala Komiser Kemal’i alın ve bir Hollywood suç filminin içine yerleştirin. Yıl 1949; 2. Dünya Savaşı sonrası ABD toparlanmaya çalışıyor. Los Angeles, -tıpkı İstanbul gibi– taşradaki genç kızların ‘artiz’ olma hayaliyle bavulunu toplayıp geldiği bir şehirdir. (Haydarpaşa!) Tren garında etrafına şaşkın şaşkın bakan taşralı bir kız, yakışıklı ve şık giyimli bir bey tarafından “Gel sana Los Angeles’ı gezdireyim” denilerek taksiye bindirilir. ‘Deneme çekimi’ yapma bahanesiyle kötü adamların mekânında tuzağa düşmek üzereyken Komiser Kemal aniden belirir ve kötü adamları haklar. Neye uğradığını şaşıran genç kız, tedirgin ve heyecan dolu bir bakışla Kemal komiserimize gözlerini dikmişken; cebinden rozetini çıkaran komiserimiz olanca şefkatiyle “Los Angeles Emniyeti! Güvendesin.” diyerek genç kızı büyük bir beladan kurtarır.

Nasıl? Kötü bir şaka gibi değil mi? Ruben Fleischer’in yönettiği ‘Suç Çetesi / Ganster Squad’, aynen böyle bir sekans ile açılıyor. Tek farkla, Komiser Kemal yerine aynı vasıflardaki John O’Mara var! Başka neler var; O’Mara’nın ondan daha akıllı bir karısı, şehri temizlemek isteyen ancak yasal yollarla yapamadığı için ‘çivi çiviyi söker’ diyerek karşı terör estiren bir emniyet müdürü ve suç çetesinin patronunun gözdesine âşık romantik bir polis memuru…

O kötü açılıştan sonra filme dair umutlarımız havalara uçmuşken, senaryonun ve yönetmenin ‘akıl almaz’ hamleleriyle iyice dağılıyoruz. Tıpkı kendisi gibi bir ‘yıldızlar topluluğu’ olan ‘LA Confidential’ ile Brian de Palma klasiği ‘Dokunulmazlar’ı aynı çatıda buluşturma cinliğine mağlup olan bir ucuzluklar silsilesi esir alıyor ‘Suç Çetesi’ni. Hele hele 1930’ların gangster filmlerinin unutulmaz yıldızı James Cagney’e benzetmek için Sean Penn gibi bir oyuncunun âdeta harcanması ‘Suç Çetesi’ne karşı dayanma gücümüzü iyice zayıflatıyor. Film ne mi anlatıyor? Aman canım siz de, ‘çata pat’ işte; daha ne olsun?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.