Abdülhamit Bilici ABD Kongresi’nde konuştu: Yatıştırma politikası işe yaramıyor, yaptırımlar harekete geçirilmeli

Abdülhamit Bilici ABD Kongresi’nde konuştu: Yatıştırma politikası işe yaramıyor, yaptırımlar harekete geçirilmeli

Zaman Gazetesi son Genel Yayın Yönetmeni ve Tr724 Yazarı Abdülhamit Bilici, Erdoğan rejiminin Türkiye’de ve başka ülkelerde gazetecilere olan baskılarını ve insan hakları ihlallerini ABD Kongresi’nde anlattı. Bilici, ABD’yi yaptırım mekanizmalarını kullanmaya davet etti.

Tr724 Yazarı Abdülhamit Bilici, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nin İnsan Hakları Komisyonu’na davet edildi. “Ulus ötesi baskılar ve ABD’nin cevabı” başlıklı oturumda Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin boyutunu anlatan Bilici, “yatıştırma politikasının” işe yaramadığına dikkat çekti ve ABD Kongresi’ne aktif adım atma çağrısı yaptı.

Başta eşbaşkanlar Christopher Smith ve James McGovern olmak üzere Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu üyeleri Zaman Gazetesi son Genel Yayın Yönetmeni Bilici’yi dikkatle dinledi.

Abdülhamit Bilici’nin ABD Kongresi’ndeki konuşmasından satır başları:

ERDOĞAN REJİMİNDEN ÖZGÜR MEDYAYA ABD’DE BİLE RAHAT YOK

Bir gazeteci olarak hem ulusal hem de ulus ötesi baskıyı bizzat yaşadım. Türkiye’nin en büyük gazetesi olan Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeniydim. Erdoğan hükümeti darbe girişiminden beş ay önce Mart 2016’da gazeteme acımasızca baskın düzenledi ve darbe girişiminden sonra 200 eleştirel medya kuruluşuyla birlikte gazeteyi kapattı. Erdoğan rejimi gazeteyi ele geçirdiğinde yaptığı ilk şey beni kovmak ve gazeteyi 24 saat içinde rejimin sözcüsü haline getiren hükümet yanlısı bir editör atamak oldu. Ciddi tehditlerle karşı karşıya kalınca güvenliğim için ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Son 8 yıldır ABD’de sürgün bir gazeteci olarak yaşarken ve ailemi geçindirmek için Uber’de şoförlük yaparken, medyaya yönelik baskılara karşı sesimi duyurmak için her fırsatı değerlendirdim ve susturulan gazetecilerin ve Erdoğan rejiminin diğer mağdurlarının sesi olmaya çalıştım.

Bu fırsatlardan biri de 2017 yılında Dayton (Ohio) Dünya İşleri Konseyi tarafından düzenlenen “Basın Özgürlüğü ve Demokrasi” başlıklı bir etkinlikti. Etkinlikten birkaç gün önce organizasyon komitesi başkanından bir telefon aldım. Bana Erdoğan rejimine bağlı bir kişinin kendisine ulaştığını ve etkinliği iptal etmesini istediğini, mevcut Türk hükümetinin tüm muhaliflerini adlandırdığı gibi bir “teröriste” platform veremeyeceğini söyledi. Ülke çapındaki bir Amerikan STK’sına gözdağı vermeye ve konuşmamı engellemeye çalışan kişi, Erdoğan’ın partisinin fanatik bir destekçisi olan Ahıska Türk Amerikan Toplum Merkezi CEO’su Islom Shakhbandarov’du. Hatta organizatörleri, etkinliği iptal etmezlerse Türkiye’ye asla alınmayacakları yönünde tehdit etmeye bile cüret etti. Etkinliği iptal etmeyecek kadar cesurlardı ama benim güvenliğim konusunda çok endişeliydiler. Polisle temasa geçtiler ve bir koruma istediler. Sonuç olarak Dayton’a gittiğim andan itibaren tüm etkinliklerde bana bir polis arabası eşlik etti.

Konuşmalarımı durduramayan bu kişi bir kameraman tuttu ve her etkinliğe gelerek beni aptalca hakaretler ve asılsız suçlamalarla taciz ederken bir yandan da her şeyi filme aldı. Tüm engellemelere rağmen hikayemi ve Türkiye’de yaşanan büyük çaplı zulümleri anlatmaya devam ettim, programı tamamladım ve Dayton’dan ayrıldım. Her şeyin bittiğini düşünmüştüm. İki gün sonra uyandığımda Dayton hikayemin tüm hükümet yanlısı medyanın manşetlerinde çirkin suçlamalarla yer aldığını gördüm. O fanatiğin Erdoğan rejimi tarafından ödüllendirilip ödüllendirilmediğinden ya da konuşmamı engelleyemediği için rütbesinin düşürülüp düşürülmediğinden henüz emin değilim. ABD topraklarında bir gazeteciyi sindirmek için Erdoğan rejimiyle koordineli hareket ettiği için Amerikan kolluk kuvvetlerine herhangi bir bedel ödetip ödetmediğini de bilmiyorum.

REJİM 40’TAN FAZLA KİŞİYİ YURTDIŞINDAN KAÇIRDI

Emin olduğum şey, benim durumumun benzersiz ve en kötüsü olmadığıdır. Türkiye özellikle 2016’daki darbe girişiminden bu yana derinleşen bir insan hakları krizi yaşarken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun kolu yurtdışındaki on binlerce Türk vatandaşına ulaştı. Türk hükümeti, yurtdışında kendisini eleştirenlere karşı herhangi bir denetim olmaksızın olağanüstü bir sınır ötesi baskı kampanyası yürütüyor.

Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’deki İnsan Hakları Uygulamalarına ilişkin 2022 Ülke Raporları, Türk hükümetinin son 8 yılda 100’den fazla Türk vatandaşını zorla Türkiye’ye göndermek için diğer otoriter devletlerle giderek daha fazla koordinasyon kurduğunu ve 40’tan fazla kişinin kaçırma, teslim etme ve zorla geri gönderme yoluyla hapse atıldığını bildirdi.

Türkiye’nin kampanyası liberal, sol, Kürt kökenli tüm muhalifleri ve özellikle Hizmet/Gülen hareketine bağlı kişileri hedef almıştır. Hareket, Türk din adamı Fethullah Gülen’den ilham alan, dünya çapında dinler arası diyalog ve eğitimi teşvik etmeye odaklanan, dünya çapında saygın bir inanç temelli sivil toplumdur. Birçok saygın kurum tarafından barış ödüllerine layık görülen Gülen, Erdoğan rejimi tarafından sırf demokrasiyi savunduğu ve yaygın yolsuzluğa karşı çıktığı için terörist olarak yaftalanmıştır.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye ilişkin son yıllık insan hakları raporunda Türkiye’nin ihlalleri arasında ‘ülke dışında bulunan kişilere karşı siyasi amaçlı misilleme’ ve ‘Gülen hareketi üyesi olduğu iddia edilen kişilerin yasal süreç olmaksızın kaçırılması ve nakledilmesi’ yer almaktadır.

Türk istihbaratı Kenya’da öğretmenlik yapan Selahattin Gülen’i ve Kırgızistan’da başarılı bir okul ağının başkanı olan Orhan İnandi’yı kaçırdı. Kaçırıldılar ve hapishanede işkenceyle karşı karşıya kaldılar. Türk hükümeti onun kırık bir kolla çekilmiş fotoğraflarını Türk medyasında yayınladı. En son Tacikistan’da işadamı Koray Vural’ı kaçırdılar. Liste uzayıp gidiyor, zira raporlar Türk istihbaratı tarafından kaçırılan 100’den fazla kişinin hapishanede işkence gördüğünü söylüyor.

Türkiye ayrıca 170’den fazla ülkede modern eğitim veren birçok başarılı okulu kapatmak için diğer ülkelere baskı yapıyor ve bazen de rüşvet veriyor. Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan hakları ülke raporunda da belirtildiği üzere, Erdoğan diğer hükümetlere ikili baskı uygulayarak, tam bir yargı süreci olmaksızın yapılan tutuklamalara yardımcı olmalarını sağlamış ve bu tür talepleri terörle mücadelede işbirliği olarak göstermiştir.  Bazı gözlemciler Arnavutluk’ta Gülen’e bağlı popüler bir okulun Eylül 2023’te aniden kapatılmasını Türk hükümetinin baskısına bağladı.

Sorumlu BM Özel Raportörü tarafından 2020 yılında Türk hükümetine gönderilen bir mektupta “Türk vatandaşlarının birçok ülkeden devlet destekli olarak ülke dışına kaçırılması ve zorla geri gönderilmesine yönelik sistematik uygulama” kınanmıştır. Bu mektupta BM temsilcisi, mağdurların önce ev sahibi ülkede gözetlendiğini ve daha sonra kaçırıldığını belirtmiştir: “Mağdurlar sınır dışı edilmeden önce haftalarca kayıp veya iletişimsiz kalmaktadır. Bu süre zarfında, Türkiye’ye götürülmeye rıza göstermeleri ya da Türkiye’de yargılanmak üzere itirafta bulunmaları için genellikle baskı, işkence ve aşağılamaya maruz kalıyorlar. Tıbbi bakım ve hukuki yardıma erişimleri engelleniyor ve ailelerine bilgi verilmiyor. Mağdurlar, başta uykusuz bırakma, dayak, su ile boğma ve elektrik şoku olmak üzere istihbarat görevlileri tarafından defalarca işkenceye maruz kaldıklarını bildirmektedir.” Türk hükümeti kaçırma olaylarını ne inkâr ediyor ne de gizliyor; bu eylemler hükümet güdümündeki medya tarafından alenen teşvik edilip yüceltiliyor ve mağdurlar ortadan kaybolmadan önce kelepçeli olarak gösteriliyor.

YURTDIŞINDAKİ GAZETECİLERİN HESAPLARI DONDURTULUYOR

Freedom House, 2014-2023 yılları arasında 26 hükümet tarafından gazetecilere yönelik 112 ulus ötesi fiziksel baskı vakası kaydetmiştir. Türkiye bunların başında geliyor. Freedom House’un görüştüğü bir Türk gazeteci, muhtemelen Türk hükümetinin boş terörizm suçlamaları nedeniyle ABD’deki banka hesaplarının kapatılmasını tecrübe etti.

Yayınlanan listelerde isimleri yer alan kişiler, hesaplarının dondurulması veya kapatılması, olumsuz kredi puanları ve Batı ülkelerinde çeşitli diğer kişisel ve mali zorluklar da dahil olmak üzere çeşitli yansımalarla karşı karşıya kaldılar.

SÜRGÜNDEKİ GAZETECİLER SALDIRIYA UĞRUYOR

Türkiye gazetecileri hapse atma konusunda dünya şampiyonları arasında yer alıyor. Aynı zamanda onlarca muhalif gazeteci de benim gibi sürgünde yaşıyor. Erdoğan hükümeti, içeride özgür medyayı yok etme çabalarına paralel olarak, sürgündeki gazetecileri sindirmek için bir operasyon başlattı. Erdoğan ailesi tarafından yönetilen Sabah Gazetesi, sürgündeki gazetecilerin ev adreslerini düzenli olarak yayınlıyor. Gizlice fotoğraflarını çekiyorlar ve Türk casusluk teşkilatıyla koordineli olarak yerlerini yayınlıyorlar. Yakın zamanda, kapatılan İngilizce Today’s Zaman gazetesinin eski genel yayın yönetmeni ve akademisyen Bülent Keneş’i hedef aldılar. Hükümet yanlısı gazete, Erdoğan’ın NATO üyeliğini onaylamak için İsveç’ten kendisini sınır dışı etmesini istemesinin ardından ev adresini açıkladı ve gizlice çekilmiş fotoğraflarını yayınladı.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile bağlantısı olduğundan şüphelenilen Abdurrahman Şimşek, Bülent Keneş’i Stockholm’de aylarca takip ederek adresini öğrenmiş ve fotoğraflarını çekmişti. Şimşek yakın zamanda sürgündeki diğer iki gazeteciyi, Almanya’daki Cevheri Güven ve İsveç’teki Abdullah Bozkurt’u da hedef aldı ve adreslerini ifşa ederek Sabah’ın ön sayfasında paylaştı. Bozkurt Today’s Zaman’ın eski Ankara temsilcisiydi. O da 2022 yılında Stockholm’deki evinin önünde kendisini bekleyen üç kişinin saldırısına uğramıştı.

Geçen yıl da ABD’de sürgünde yaşayan Ekrem Dumanlı’yı hedef almışlardı. Benzer şekilde, gizlice çekilen fotoğraflarla ev adresini ifşa ettiler.

İsveç’te sürgünde yaşayan ve Türk yetkililerle ilişkili mafya grupları hakkında yaptığı haberlerle tanınan Ahmet Dönmez, Stockholm’de 6 yaşındaki kızının gözleri önünde bir çetenin saldırısına uğradı ve bilincini kaybetti. Başındaki yaralanma nedeniyle yoğun bakımda tedavi gördü.

Temmuz 2021’de sürgündeki bir başka gazeteci Erk Acarer, Berlin’deki evinin avlusunda “yumruklu ve bıçaklı” saldırıya uğradı.

Amerika’da sürgünde yaşayan Adem Yavuz Arslan, Washington’da muhabirlik yaparken Erdoğan’ın korumaları tarafından saldırıya uğradı. Kırmızı bültenle sahte suçlamalarla iade talebinde bulunan Erdoğan rejiminin hedef listesinde yer alıyor.

Nordic Monitor’ün İsveç merkezli editörü Levent Kenez de Türkiye’nin istihbarat teşkilatı tarafından takip edildi ve özel bilgileri ülkesindeki medyaya sızdırıldı.

Washington’da bir kez daha bir başka Erdoğancı gazete olan Akşam tarafından hedef gösterildim, Akşam manşetinde bana “Uber terörist” dedi ve iletişim bilgilerimi paylaştı.

En çok sürgün edilen Türk gazetecilerin fotoğrafları şu anda Türkiye İçişleri Bakanlığı’nın “Arananlar Teröristler Listesi”nde yer alıyor. İdeolojik olarak iki farklı gazetenin genel yayın yönetmeni olmamıza rağmen, ben ve Almanya’da sürgünde olan Can Dündar, şimdi aynı arananlar listesindeyiz. Erdoğan başımıza ödül vaat ediyor.

ABD, YAPTIRIM MEKANİZMALARINI KULLANMALI

Zulüm ve baskı listesi uzayıp gidiyor. Peki bunları önlemek için ne yapılabilir, Kongre ne yapabilir, Türkiye’nin demokratik müttefikleri ne yapabilir?

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Küresel Magnitsky İnsan Hakları Sorumluluk Yasası uyarınca, aşağıdakilerden sorumlu bulunan Türkiye Hükümeti yetkililerine yaptırım uygulayabilir:

-Vicdan mahkumlarının ve siyasi tutukluların gözaltına alınması;

-Gazetecilerin siyasi nedenlerle gözaltına alınması;

-Sosyal medya aracılığıyla ifade özgürlüğünün kısıtlanması; ve

-Uluslararası kabul görmüş insan haklarının diğer ağır ihlalleri

Türkiye Hükümetine sağlanan güvenlik yardımı, demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi ile güçlü bir şekilde ilişkilendirilebilir.

Dışişleri Bakanı, ilan edilen “Kaşıkçı Yasağı” kapsamında şu kişiler ve aile üyeleri için vize kısıtlamaları getirebilir,

– Ciddi, ülke dışı muhalif karşıtı faaliyetlerde bulunanlar,

– Gazetecileri, aktivistleri veya muhalif olarak algılanan diğer kişileri çalışmaları nedeniyle bastıran, taciz eden, izleyen, tehdit eden veya zarar verenler;

– Söz konusu muhaliflerin ailelerine veya diğer yakınlarına yönelik bu tür faaliyetlerde bulunanlar.

Kongre ve yönetim, Türkiye Hükümeti ile aşağıdakilerin sağlanması samimi bir şekilde iletişime geçmelidir:

-Gazeteciler ve gazetecilik mesleğini destekleyenler için korkunç iklimi iyileştirecek adımlar atılması,

-İfade özgürlüğünü kısıtlayan acımasız yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasına son verilmesi

-Tüm gazetecilerin, medya çalışanlarının ve tüm vicdan mahkumlarının serbest bırakılması,

-Hükümetin bir web sitesini engellemesine veya haber sitelerinden içerik kaldırmasına izin veren yasaları yürürlükten kaldırarak veya değiştirerek, internette ifade özgürlüğüne yönelik devam eden baskılara son verilmesi,

-Sosyal medya şirketlerinden sık sık gazetecilerin ve medya kuruluşlarının hesaplarını ve içeriklerini engellemelerini talep etmenin durdurulması.

Bu tedbirlerin Türkiye’nin demokrasiye geri dönmesine yardımcı olabileceğine ve otoriter ülkeler kulübüne daha fazla kaymasını önleyebileceğine inanıyorum. Öyle olmalı, çünkü Çin, İran ya da Küba’dan değil, NATO üyesi Türkiye’den bahsediyoruz. Demokrasinin gerilemesi küresel bir salgındır ve bu trajik bir durumdur. Ancak bir NATO ülkesi ulusal ve ulus ötesi baskının önde gelen aktörleri arasında yer alamaz.