Tahterevalli

Geçtiğimiz hafta Şükran günü bahanesiyle Washington DC ve Kuzey Carolina’daki dostlarımızı ziyarete gittik. Önce uçak sonra da araba ile İstanbul trafiğine taş çıkaran yolları aştık ve varacağımız yere ulaştık nihayet. ‘Acaba nerelerin fotoğrafını çeksem değişik olur?’ diye araba camından etrafıma bakarken bir kez daha kanaat getirdim ki, Amerika’nın heryeri birbirine benziyor. Özellikle şehir merkezleri dışında masal gibi bir ülke burası. Çocukken resim defterime yaptığım pamuk gibi şekilli bulutlar sonra üçgen çatılı, bahçeli evler dünyada varmış ve gerçekmiş biliyor musunuz?

Çocukluğuma gitmişken D.C’ de tahterevalliye nasıl bindiğimi de paylaşayım sizinle, yok yok gerçek değil hayalimde. Kırmızı-beyaz bir bayrak dalgalanıyordu Türk konsolosluğunda, sanki ben siyah önlük giymiş dikilmiştim okul bahçesinde öğretmenimin yanına, andımzı okuyacaktım az sonra. Ne güzeldi yabancı topraklarda yerli olmak, sonra bir de Türkçe konuşmak. Bayrağımızı görünce coştum birden, nasıl da güzel dalgalanıyordu ve hooop yukarı çıktım ben ayaklarım sallanıyor şimdi Türkiye geçiyor üstümden. Pasaport uzatma işlemleri için uğradığımız konsoloslukta işimiz bitince bir de Beyaz Sarayı görelim dedik, hani şu dünyanın kalbinin attığı yer dedikleri Obama’nın evini. Şimdi de hooop aşağı indim, korumalar caddeye inmememiz için uyardı bizi ve sonra yokladım zihnimi ben neredeyim, burası neresi?

Bir tahterevalli düşünün şimdi bir yanına Amerika’yı diğer yanına da Türkiye’yi koyun, sizin tahterevalliniz dengede mi? Bakın işte bu yüzden canınız sıkılıyor. Nereden anladım bunu hemen söylüyorum, çünkü tahterevallide hareket çok önemlidir, hatta tadına varabilmek için yukarı-aşağı kuralına uymak gerekir, doğal olan budur.

Türkiye’yi başıma taç edip Türklüğümü daha ne kadar yukarı kaldırsam da yabancı diyarların farklı kültürlerinden etkilenip aç kurtlara yem olmasa diye çırpınışımdan anlıyorum bu endişemi. Fakat boyum biryere kadar ulaşıyor, ayaklarımın ucunda bir balerin gibi yükselsem bile insanı varlık sınırlarıma çarpıyorum. Çünkü bütün çabalarıma rağmen yüksekte sabit kalmak mutsuzluğa davetiye çıkarıyor. Yüksek bile olsa “durmak” hareket halinde olmaktan daha az heyecan veriyor. Dengede olmaksa bir taşın üzerine oturmak gibi geliyor bana, çünkü ortada oyun yok, iniş-çıkışlar yok o halde neden o şeyin üstünde daha fazla vakit harcayayım ki?

Artık kabul ediyor ve kendime itiraf ediyorum, başka ülkede yaşıyor olmak Türklüğümü unutmak anlamına gelmiyor ve bunu ilan etmek için onu tepeme çıkarıp yüksek yüksek taşlara çıkmama da gerek yok, onu kucağımda sıkıca tutup kimselere göstermemek, herkesten saklamak da saçma. Telaşa mahal yok. O var ve benden bir parça, bazen yukarıda bazen aşağıda, çünkü hayat bu, akan kan gibi damarlarımızda.

Bu arada karşılıklı anlaşmadan tahterevalliyi terketmiyoruz, oyun bitecekse ikimiz de aynı anda 1,2,3…

Write a comment

1 Comment

  1. Gulsay Gurbuz November 29, 04:38

    Cok basarili ve manali bir yazi yazmissin Zeynep. Tebrik ederim. Uzun yillar Amerikada yasayinca bazi seylere taviz vermek mecburiyeti hasil oluyor, ama bu taviz hic bir zaman Turklugumuzu, orf adetlerimizi kaybetme olamaz, Turkceyi unutmak da olamaz, cunku bunlar taviz verilemeyen seylerdir.Taviz, belki bize uymayan Amerikan adetlerine hos goru ile bakmak olabilir, veya bizden beklentilerine az cok ayak uydurmakla olabilir v.s. Bence yapilacak en iyi sey, onlari guzel davranislarimizla egitmemizdir.
    Sevgiler
    Gulsay

Only registered users can comment.