Sözleriniz kaydediliyor, lütfen bekleyin!

“Size bir süprizimiz vaaaar! Sizi kayda aldık” deseler ne düşünürsünüz? İlk olarak neler söylediğinizi, değil mi? Bu nasıl bir süpriz olur sizin için?, Peki sevinir misiniz? Sizi bilmem ama benim haberim olmadan kaydedilmek hoşuma gitmez. Mehmet Barlas’ın “Atılan tüm tweetler meğer arşivleniyormuş.” (Sabah – 07 Ocak 2013) yazısını okuduktan sonra on düşünüp bir yazar oldum. İki düşünüp bir söyler misali, “madem kayıttayız” öyle herşeyi de yazmak olmaz, değil mi?

Eve geldim. Yemek yedim. Su içtim. Dondurma güzeldi. Çarşıya çıktım. Ceket aldım; küçük geldi. Arkadaşıma gittim. Derste bunaldım. Çok çalışmam lazım; sınavım var vs gibi sıradan şeyler sorun olmaz tabi. Hani kırgınlıkları, çekememezliği, nefreti yada kini paylaştığımız satırlar yahut bir günahı uluorta anlattığımız cümleleri diyorum. İşte onlar bile kaydediliyorsa eğer yirmi yıl sonra siz kendinizi okurken ne düşünürsünüz? Yeri gelmişken geçtiğimiz hafta “eşcinseller” hakkında yazmış olduğum yazıya mesaj, twit ve elektronik posta gönderen arkadaşlara selam yoluyorum.

Artık büyüdüğüm için “bir zamanlar” ifadesini kullanabilirim sanırım. Kızım bile üç yaşındayken “anne ben küçükken…” diye başlayan cümleler kuruyorsa çok da yaşlanmaya gerek yok. Neyse ne diyordum bir zamanlar “günlükler” vardı. Şimdi onların yerini facebook, twitter gibi sosyal medya aldı. İnsan ne yapıyorsa ne hissediyorsa duvara yazıp kaçar oldu benim gibi.

Günlük gizliydi. Kimseler okuyamazdı. Zaten kıymeti de oradaydı. Gün bize aitti ve özeldi yaşadığımız herşey gibi. Mesela evimize gelse bile bazı arkadaşlarımızla her fotoğrafımızı paylaşmayız değil mi? Bu sosyal medya sayesinde stadyumlar dolusu insan ile paylaşıyoruz an’larımızı, hem de hiç çekinmeden. Sanki bir Dünya yatakhanesinde cümbür cemaat sabah uyanıp yine cumbur cemaat gece yatıyor gibiyiz. Taa Japonya’daki arkadaşım kahvaltıda yediğim omlete kadar bilir oldu. Dünya köy oldu. Vah ki ne vah! “neydi o günler, soba üstünde kestane pişirdik biz” e bağlamayacağım konuyu merak etmeyin. İletişim çağı masalları da değil bunlar. Yaşadıklarımız bize birşeyi anlatıyor. Aslında hep var olan ama içindeyken hissedemediğimiz bir şeyi. Arada bir bulutların üstüne oturup da bakmalıyız yerdeki halimize.

Nasılım?

Acaba yukarıdan nasıl görünüyorum?

Okul yıllarımda sınav heyecanını optimum düzeyde tutamayan biri olarak, özellikle sayısal derslerde kağıtlar dağıtılırken çok heyecanlanırdım. Bu sayılar ve formülleri anlamak bana hep uzaya çıkmak gibi gelirdi. Bir gün yine kağıtlar dağıtılırken fen bilgisi öğretmenimiz “bu ne heyecan çocuklar, siz zaten sınavdasınız” demişti. Ben de “oh ne güzel bildiğimi de unuttum şimdi” demiştim içimden.

Doğru ya biz zaten doğduğumuz andan itibaren kaydedilmeye başlandık. Kimse bize “bak çekiyorum ha ona göre, ya da bunu da yazacağım bir daha düşün de söyle” demiyor da ondan farketmiyoruz çekildiğimizi. Yoksa twitlerin kaydının yapılması gibi hayatımızı kaydeden iki meleği bilmeyen yoktur diye düşünüyorum.

“Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.” (İnfitar 82/10-12)

Hesap gününde aleyhimize delil olarak kullanılacak sözlerimiz olmasın. Madem kaydımız yapılıyor o halde gülümseyin kamerya bak çekiyorlar!

Kamera nerede mi?

Heryerde 🙂

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.