İnsan sarayları

“Seni anlıyorum” dedim ona gülümseyerek ve koyu demli çayımdan bir yudum daha içtim. “Hayır anlamıyorsun” dedi bana. Kendinden emindi ve sözlerine şöyle devam etti, “Biliyor musun Zeynep abla bana babam da hep ‘seni anlıyorum’ diyor ama gerçekten kimse beni anlamıyor.” Sen ben değilsin ki, yaşayan benim sen değilsin ki…

 

Ben en en fazla trafikte ışıklarını yakmış bir polis arabasının önünde gitmek endişesinden bahsediyordum ona, çok riskli bir ameliyata girecek olan oydu. Tabi aradaki fark uçurumdu. Kalbime ok gibi saplandı sözleri evet ben onu hiç anlamamıştım.

 

Türkiye’den Miami’ye organ nakli için gelen içi-dışı güzel ve özel insan Refiye kardeşimden bahsediyorum. Tedavi olabilmesi için Türkiye’de geniş çaplı bir kampanya düzenlenmiş, televizyon programlarına çıkmış yani kendisinden imza alsak boşa gitmez meşhur bir arkadaşımızdan. Refiye’ye beş tane organ nakli yapılmış on gün içinde üç ameliyata alınmıştı. İlk ameliyatı bir buçuk gün sürmüştü dile kolaydı gerçekten.

 

Onu yoğun bakımda ilk gördüğümde kollarına takılı hortumların kaç tane makinaya bağlı olduğunu sayamadım. Kalp atışlarını gösteren makineye takıldı gözlerim — evet o yaşıyordu. Hem de öyle güzel yaşıyordu ki, gülümsüyordu, acılarına rağmen hala çok vakur bir duruşu, aşkın bir ruhu vardı. Refiye’nin karşısında söze hacet yoktu haller çoktan sohbete dalmıştı.

 

Eliyle bir artı çizdi karnında “Vücudumu ikiye ayırdılar böyle, etrafı demir kaplı, ama hiç önemli değil, üzülmüyorum yaşıyorum ya” dediğinde yutkundum ben ve “Biliyor musun ameliyattan sonra bugün ilk kez acıktığımı hissettim” dediğinde ise kelimelerim tükendi. Bir açlığı hissetmek insanı bu kadar mı mutlu ederdi? Yine gözlerimiz doldu yine sözün bittiği yerdi. Ben hergün acıkıyordum ama bunun için daha hiç takla atmamıştım “yuppii ben acıktım!”diye.

 

En büyük nimet umumi ve devamlı olandı, hava su, görme duyusu gibi. Ben derya içinde deryadan bihaber yaşarken o okyanusta beş yıldızlı bir gemideydi sanki, çünkü farkındaydı insana verilen lütufların. Nimetlerin farkındalığıydı onu bana mucize kılan.

 

Öyle ya kaç para ödedik te aldık böbreğimizi, karaciğerimizi, onikiparmak bağırsağımızı ve hangi düğmeye bastıkta çalıştı organlarımız ? İnsan sarayındaki muhafızların maaşını kim ödedi? En çok şaşırdığım ise ben uyurken bile kalbimin atmasıydı sanki uyanıkken onu ben çalıştırıyormuşum gibi.

 

Refiye’nin en büyük hediyesi yanındaki annesiydi bence. Anne-kız birbirlerini sevgiyle şarj ediyorlardı. Ağzı dualı güzel anne yanından bir an bile ayırmıyordu kızını, nasıl güçlüydü nasıl metanetli. Büyük ameliyatın olduğu günü anlatmıştı bana, “o gün hemşire beni güvenli bir yer olsun diye kiliseye götürdü, ben burada yapamam deyince hastane lobisine geri getirdi, farklı inançta da olsa düşünceliydiler sevindim” dedi.

 

Refiye şimdi eve çıktı, haftada üç gün hastaneye kontrole gidiyor. Kabul olunmuş bir dua kadar güzel!

 

İnsanlar ve onların her an değişen halleri, O’nun isimlerinin aynasıdır yer yüzünde. Refiye bana “Hiç düşünmez misiniz? ” ve “Ne kadar az şükrediyorsunuz!” ayetlerini hatırlattı.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.