Bütün kızlar toplandık!

Sonbaharın güzellikleri, kuruyan yapraklar, ağaçların elbise değiştirme töreni, gökyüzü atölyesinde yapılan yağlı boya mevsim geçiş tabloları yani müthiş bir edebiyat su gibi akıyor yanımdaki papazın dudaklarından. “Keşke sonbaharı görebilseydik” diyor hüzünle papaz bir ara başını kitaptan kaldırarak. Ben gördüm yedi yıl Kaliforniya’da hem de alasını, böyle haşır huşur yapraklar ayağımın altında un ufak olurken yürüdüm caddelerde demek istiyorum heyecanla fakat sonra vazgeçiyorum. Çünkü bazen insanlar yaşadıkları hüzünlere onay isterler, karşıt bir örnek değil. Benim yaşanmışlığım beni bağlar.

Kitapların şahitliğinde, bir büyük masanın etrafında kız-kıza sohbet ediyoruz. Ben nerede miyim? Bir kiliseninin kütüphanesinde. Aylık kitap okuma gurubunun Ekim ayı davetlisiyiz. Salon kitap, konu kitap, ben kitap, ah ne kadar mesudum bilemezsiniz!

Masada plastik değil, cam tabaklar var. Peynirler inci gibi dizilmiş, domatesler de yanına sıralanmış bir bir. Sunumdaki estetik ne kadar önemli. Sahibimizin bize verdiği değeri kıymeti hatırlatıyor. Amerikalı ol Zeynep diyorum kendime, yalnızca bir saat bunu başarabilirsin, kahve al geç, çay arama. Gözlerde dolar işareti gibi çay fincanı resmi var, doğuştan tiryaki miyim neyim!

Kaplı defterlerin üzerine yapışan etiketler gibi sol yanımızda adımız yazıyor, sonra kendimizi tanıtıyoruz sıra ile. Birleşmiş milletler gibiyiz. Dünya bizden soruluyor o ara. Bazen diyorum ki ben niye buradayım, bazen diyorum ki “işte bu yüzden!”

Her insan ayrı bir dünya ise eğer ben 27 dünya ile daha önce hiç aynı masada oturmamıştım. Profesör, mimar, reklamcı, televizyon yapımcısı, yoga öğretmeni, doktor, yani az buçuk mürekkep yalamışlar ile sohbet etmek, onlarla ‘islam kadınları’nı konuşmak benim için oldukça heyecan vericiydi. Bir buçuk saat süren bu entellektüel sohbetin ardından şöyle bir karar çıktı, hadi bahçeye çıkalım ve el ele tutuşalım. Güçlerimizi birleştirip voltranı oluşturalım.

Otuz bayan kilisenin bahçesinde el ele tutuşarak büyük bir halka oluşturduk, en son ‘yağ satarım bal satarım’ oynamıştım böyle otuz yıl önce. Çocukluğumu hatırladım, yine öyle çocuk olduk bir dakikalığına, saf, temiz ve masum. Herkes sırayla tuttuğu eli havaya kaldırıp iyice sıktı, sanki ‘ben’lerimizi birleştirdik ve ‘biz’ olduk. Erkek egemen bir dünyada kadınların böyle kalpten kalbe muhabbet köprüleri kurmasını çok önemli buluyorum.

El ele verin kızlar! Ne varsa sizde var, ne varsa bizde!

(Çok pembe renkli bir yazı olduğu için mavilerden özür diliyorum!)

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.