A’raf’tan bakmak

Yaşadığım zaman dilimini şöyle yüzeysel biçimde gözden geçirdiğimde bile farkedebiliyorum benim neslim A’raf’ta yaşamış. Şimdi yıllar geçtikçe birşeyleri telâfi etmeye, boşlukları kapatmaya, eksikleri tamamlamaya çalışıyoruz; ancak yitirilenler öyle hafife alınacak cinsten değil. “Her şey zamanında güzel.” derken; ifâdeyi, “Her şeyi zamanında yaptığında hedefe az kusurla ulaşmak mümkün.” şeklinde anlamalı. Açığı, gediği, fazlası, eksiği olmadan; hani istenen, beklenen, dilenen, arzu edilen kıvamı tutturabilmek adına zamanında öğrenmeli, zamanında üzerine gitmeli, zamanında yazmalı, zamanında konuşmalı, zamanında susmalı, zamanında belki kaçmalı, belki dik durmalı, cesartelenmeli ya da korkmalı, hatta zamanında iki büklüm olup divana durmalı. Ki ancak o zaman bir kıymete erişsin, bir ağırlığı olsun, bir farkındalık hâsıl etsin. Bu verilmiş bir ayrıcalık gibi; öyle günler, geceler, vakitler vardır hani bütün ömür ibadetleri katlasan ikiye, üçe, beşe o özel anda yaptığına denk düşmez.

70’li yıllarda okula başlamamla beraber oldu ev dışındaki dünya ile bağlantıya geçişim. Hayâl meyâl hatırladığım ilk okul günlerinde, sarıya boyanmış eski bir binanın yüksek merdivenlerinin arasında bulunan küçük bir balkonda durup avluda oynayan rengarenk-cıvıl cıvıl çocukları seyrediyorum. Ben de çocuğum oysa. Ama anlayamadığım, aklımı karıştıran, nedense söze dökemediğim çok nokta var; farklı, garip. Karışamıyorum o çocukların arasına, oyunlarına, gülüşlerine. Onlarla aramızda çekilmiş görünmeyen, fakat aşılması güç bir sınır, bir çizgi var; sadece hissediyorum, sadece biliyorum; fakat anlatamıyorum, dillendiremiyorum.

Evdeki dünya ile dışarıdaki dünya neden bu kadar başka, bağlantısız, kopuk? Evin kapısından girerken içerideki dünyaya uyum sağlamalı, evden çıkınca bir uçurumun kenarında yürümeye çalışmalı. A’raf’tan bakmak işte. Arada kalmak. Ve hep o ara yolda bütün ömrü geçirmeye çalışmak; uçuruma düşmeden, evin yolunu şaşırmadan, kaymadan, yalpalamadan, kırılıp savrulmadan, kim olduğunu / kime kul olduğunu unutmadan.

Dedemin her vakit ev halkını ciddiyetle cemaate çağırması ile dışarıdayken ezan sesini duyunca camiye koşup saf tutamamak arasında kalmak. Evde iken bile örtünmeye ehemmiyet verilirken, dışarıda bir çocuğun başındaki örtüye anlam veremedikleri için onu çekiştirenlerin ortasında ayakta durmaya gayret içinde arada kalmak. Arada kalmak, arada bırakılmak… Elimde dua mecmuaları var; sıkıldıkça, bunaldıkça, daraldıkça, içimi dökmek istedikçe, ferahlamak için, hafiflemek için, durulmak için sık sık açıp okuduğum. Ne kadar farklı ifâdelerle süslenmiş cümleler, hayret! Meğer dua etmenin de bir âdâbı, istemenin de bin türlü yolu varmış. Ellerimizi her havaya kaldırıp açtığımızda kendimce söylediğim yavan sözleri hatırlıyorum. Duasız geçirilmiş zamanlarda boşluğa yuvarlanırken zaman zaman, bir orada bir burada yaşama tutunma gayretinde arada kalmak. “Biz” ve “Onlar” ayrımında yaşamaktı bizimkisi, ötelenmek, itilmek, arada kalmak; A’raf’tan bakmak işte.

Şimdi, bu ülkede, Amerika’da; önümde duran okul otobüsünden inen çocuklara takılıyor gözlerim. Başında örtüleriyle boy boy kızlar; kimi ana sınıfında, kimi lisede… Bana bakıp gülümsüyorlar, el ediyorlar, yanımdan geçerken selam vermeyi ihmâl etmiyorlar. Ardlarından bakıyorum uzun süre, neşeli adımlarına dalıyorum. Hem seviniyorum, hem de içime işlenmiş bir hüznün derinlerine doğru çekiliyorum yine. Ben A’raf’tan bakıyorum hayata.   Preferences § 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0 – = Backspace   Tab q w e r t y u i o p [ ]   Return     capslock a s d f g h j k l ; ‘   shift ` z x c v b n m , . / shift     English     Deutsch   Español   Français   Italiano   Português   Русский   alt alt     Preferences

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.