Nurların Nuru ( Sallalahû Aleyhi ve Sellem) (1)

Diller O’nu (sav) zikredebilmek için hecelemiş kelimeleri. Hissetmek için O’nu(sav), gönüller yürümüş, rikkat deryasına. Gözler, O’nu (sav) aramış, kulaklar,  O’nun (sav) sesine çekmiş “ya hasreta” nidasını. Ve bir gün; beklenirken, çıkagelmiş sevgili.
Gönül insanı denmiş ona, garibler garibi koymuşlar adını, Nur-u Dilara diye çağırmışlar. Nice güzel isim ve sıfatlar, güzelleşmiş O’nunla (sav). Gaye insan, Ufuk Peygamber diye yakarmış bir başkası, sonra Sonsuz Nur diye boyun bükmüş bir gönül eri. Dünü bugünü yarını aydınlatan, bütün alemi, bütün mevcudatı nurlandıran manasına. Kur’an “Kamer-i Münir, Sirac-ı Münir” diye isimlendirir O’nu (sav). Ahmed’dir, Mahmud’dur, Muhammed Mustafa’dır O. (sav)
O (sav) kainat ağacının çekirdeği, levlake sırrıyla, sebebi varlığın, hem o ağacın en güzel meyvesi. Kulluğu, zikri, duası,niyazı hususi ibadetiyle ahiret hayatının da yaratılma vesilesi.

İnsanlığın derdiyle yaşayan, ümmeti için gözyaşı döken mahzun Nebidir Efendiler Efendisi(sav). Bir keresinde Şaban ayının onüçüncü gecesiydi; Hz İbrahim’in (as) ümmeti için dua ettiği ayeti okumuştu. Sabaha kadar ağladı ve dua etti ümmetine. O kadar çok ağladı ki; cevap verdi aşığına,  Maşuk. Yeter dedi; “ağlama, senin ümmetinin üçte birine, şefaat hakkı verdim sana”. Ertesi gün, yine Kur’an-ı Kerim okurken, Hz İsa (as)’ın ümmetine yaptığı duayı okudu Efendimiz (sav). Yine dua etti ümmetine O da, göz yaşı döktü sabaha dek. Sabahın ışıkları okşamaya hazırlanırken medeniyetin beşiğini, Rahmeten lil alemin yine, “yeter” dedi; “ümmetinin üçte ikisine şefaat hakkı verdim sana”. Şaban ayının onbeşinci gecesini yine sabaha kadar dua ve niyazla geçirdi Nurların Nuru (sav). Sabah büyük müjde geldi: “ümmetin tamamına şefaat hakkı verildi” diye. O güne, “benim günüm”, o ayada, “benim ayım” dedi Efendimiz (sav). (İbni Kesir c:8, sh 4346),  (el-Hubevi Dürretün Nasıhin,sh 261)

İnsanlık kıyamet günü dertlerinden ancak O’nun duası ve niyazıyla ferahlayacak ve huzura ulaşacaktır. Kıyamet günü kıyametin dehşetinden perişanken insanlık; “Size erişen şu fâciayı görmüyor musunuz? Size şefâat edecek birisine gidiniz” derler. İnsanlık Hz. Âdem’in (a.s.) kapısına varır önce, baba şefkatinden istimdad dilenmek için. Ondan cevabı sevab alamayınca sırasıyla Hz. Nûh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz.  Mûsâ (a.s.) ve Hz. İsâ (a.s.) peygamberlere gelirler. Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsâ, onlara alemin Sultanına gitmelerini söyler. Hz. Peygamber (s.a.s.) Arş’ın altında kapanır secdeye. Secdede, Allah’a hamdettiği sırada;Yüce Yaratıcı (cc); “Başını kaldır ve şefâat eyle! Senin şefâatın kabul olununacaktır” diye seslenir O’na(sav) . Allahû Teala (cc), yedi bin kişiyi affettiğini söyler. Efendimiz (sav) devam eder hamde. Cenab-ı Hakk, yedi bin kişinin herbirisi için, bir yedi bin kişi daha affettiğini söyler. Ahmedi Mahmudu Muhammed, Livâü’l-hamd sahibi, yine devam eder Hamde. Rauf ve Rahim olan yaradan insanlığın büyük bir kısmını daha bağışladığını müjdeler. O (sav) ise kulluğun en büyük paye olduğu şuuruyla devam eder sıratın başında da duaya. “Bütün insanların serdarıyım, fakat bununla iftihar etmiyorum. Kıyamet günü Livâü’l-hamdi taşıyacağım, onunla da iftihar etmiyorum. O gün bütün peygamberler benim Livâü’l-hamd’imin altında toplanacaklar, ama bununla da iftihar etmiyorum. O gün herkes huzur-u ilâhiye giderken onların imamı ve rehberi olacağım. Herkes umutsuz ve çaresiz beklerken onlara müjdeyi ben vereceğim. Fakat bununla da iftihar etmiyorum. Ben, ancak Allah’a kul olmakla iftihar ediyorum” buyururlar mütevazice. Şefaat-ı uzma sahibi olması, böylecedir O’nun(sav).

Şemâilinde Hz. Ali (ra) Peygamberimiz’i (sav) şöyle tarif etmektedir:
-Peygamber (sav); ne uzun, ne de kısa boylu idi. O, herkesten ayrılan bir orta boylu idi.
-El ve ayak parmakları irice, başı büyükçe idi.
– Göğsünden, göbeğine kadar çizgi halinde uzanan ince tüyler vardı.
– Yürürken ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar; sanki yüksekten iner gibi önüne doğru eğilirdi.
-Saçı, ne öyle kıvırcık, nede düzdü.
-Yüzü, çok yuvarlak değildi.
-Teni, kırmızı ile karışık beyazdı.
-Gözleri, büyükçe idi. Göz bebeklerinin siyahı, pek siyahtı. Kirpikleri sık ve uzundu.
-Kendisi ne zaif, ne de şişmandı. Uzuvları kıllı değildi.
-Bakmak istediği tarafa, bütün vücudu ile dönerek bakardı.
-İki küreği arası enli, kendisinin Peygamberler hatemi olduğu omuz kürekleri arasındaki Peygamberlik hâtem’inden belli idi.
-İnsanların en coşkun ve en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü ve en yumuşak tabiatlısıydı.
-Kavim ve kabile yönünden de insanların en şereflisi idi.
O’nu (sav), birden bire görenler, manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar. Kendisini yakından tanıyınca da O’na (sav) en derin sevgi ile bağlanırlardı. O’nun (sav) yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen:
“Ben, ne ondan önce, ne de sonra onun bir benzerini gördüm!” demekten kendisini alamazdı. ( İbni Hişam, es-Siret’ün Nebeviye)

Hz. Ebu Hureyre (ra) diyor ki: “Bir gece uyuyama-dım. Gece vakti biraz dışarda dolaşayım arzu ettim ve dışarıya çıktım. Musalla taraflarında, uzaktan bir zatın da gezip dolaştığını gördüm. Baktım ki Efendimiz de (sav) dolaşıyor. Birisinin gezindiğini farkedince, “kim o?” diye seslendi. Ben: “Anam, babam feda olsun. Ebu Hureyre” dedim. Beni yanına çağırdı. Yüzüne baktım. Ayın ondördü idi. Bir aya baktım, bir de O’nun simasına baktım. O’nun siması, ay’dan daha parlaktı.”

Medîne’de ilk iman eden Yahudî âlimi Abdullah İbn-i Selâm diyor ki: “Resûlullah Medîne’ye geldiği zaman, halk kendisine üşüştü. “Resûlullah geldi!” denilince O’nu görmek için Medînelilerin aralarına karıştım. Resulallah’ın yüzünü görünce anladım ki: Onun yüzü, yalancı yüzü değildir.”
Evet bugün hepimiz O’nu tanımanın mecnunu olsak yeridir. Çok uzak düştük, vaktidir buluşmanın. Sevr’in , Sevr’deki yılanın, yatağında Varaka bin Nevfel’in, gölcüğünün kenarında Bahira’nın beklediği, İbni Kerbin, Selmanın, Ebu Zerr’in aradığı gibi aramalıyız O’nu (sav). Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi biz de deriz;

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!

Lakin, o ne husrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!

…………….

Dünya neye sâhipse, O’nun vergisidir hep;
Medyûn ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi.

Medyundur o mâsûma bütün bir beşeriyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.