Bediüzzaman bir şekilde anlaşılmak zorunda

Ömer Özcan kardeşimiz, Kemal Ural Ağabeyimiz’le Üstad Bediüzzaman Hazretleri üzerine görüşme yaparken: “Başka söylemek ve ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?” diye son bir soru soruyor. Kemal Ağabeyimiz de şunları söylüyor:

“Var… Ben gerçi size Bediüzzaman anlatılamaz dedim ama o bir şekilde anlaşılmak zorunda. Üstad, otomobilde (son yolculuğunda), Bayram Yüksel’in kucağında Urfa’ya giderken ‘Anlaşılamadım’ veya ‘Beni anlamadılar’ demiş. Aslında, gereğince biz anlamadık onu. ‘Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum’ demesinin mutlaka bir anlamı olmalıydı. Hem ‘Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli’ mânâsında daha ince gerçekleri hatırlatmıştı. Ayrıca, ‘Ben başkaları için kitap yazmamışım, kendim için yazmışım.’ demesi de büyük, lâtîf, ince bir dersti bize.

“Sonra siyasiler ve diğerleri anlamamışlardı onu… Sadece ve hemen şunu söylemeliyiz; onun hayâlini kurduğu Medresetü’z-Zehra, Doğu’da açılsaydı, bugünkü hercümerç ve kaos yaşanmazdı.

“Üstad, insanın zaaflarını, çaresiz durumunu dikkate alarak ve zamanın nabzını bir doktor gibi tutarak ‘Farzları kılın’ derdi.

“Kim kuşku duyabilir? Nurların lâhûtî üslubu ne kadar değerlidir! Ama bu bizim ruh iklimimizde ve yaşantımızda yaşar.”

“Üstad’ın ‘Benim vazifem bitti. Bundan sonrasını, zamanın anlayışına uygun açıklamaları sizler yapacaksınız.’ anlamında sözlerini içeren bir mektubunu rahmetli Mehmet Emin Birinci getirmişti bir gün bana. Fakat ne acı ki, vahiyle inen Kur’an bile İngilizceye ve diğer dillere tercüme edilirken, sürüyordu gerçeği inciten iddialar. Mânen öksüz bırakılmış, sokağa, başıboşluğa, hiçliğe terk edilen bir neslin ne farkı vardı bir yabancıdan? Gözler görmüyordu bu dehşetli inançsızlık selini. Zaman azdı ve bitiyordu hayat. Gerçeği sevdirmek ve benimsetmekti önemli olan. Kelime öğretisi ısrarından vazgeçip haykırmak gerekliydi:

“Dur, gitme gemici! Burası inançsızlık vâdisi! Hangi iş, ‘insanı’ı kurtarmaktan daha önemli olabilir? Çok şey var bu konularda anlatılacak çok şey. Sevmeli, yanlışta ısrarla can çekişen insana acımalı. Ve sonra sadece düşünmeli, Hz. Peygamber (sas) niçin ve kimin için gelmişti.”

‘Beğendiğin şeyde ifrat etme’ sözüyle bakışı dengeye çağırıyordu Üstad ve buna ‘Hayır, bazen şerre vâsıta olur’ sözünü ekliyordu. Hem ayrıca şunu da söylüyordu: ‘Nura her taifeden insanın ihtiyacı ve susuzluğu var.’

“Bediüzzaman! O, sabır ve ümidiyle tohumda saklanan bir çınar ağacıydı. O, farklı bir mesafeden, pencerelerden bakmayı öneriyordu bize. ‘Bir yangın var, çocuğum içinde yanıyor!’ diyor ve o yangını söndürüp çocuğunu kurtarmaktan başka bir şey düşünmüyordu.”

Bu ifadelerde aslında 1962’de çıkarmaya başladığı ve 8 sayısını çıkarabildiği Şule dergisinin başına gelenlerin de bir iç muhasebesi bulunmaktadır…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.