Prof. Mirna ve Aziz Güçlü

Son Milano ziyaretimizde Arapça üstadı Prof. Dr. Mirna Hanımefendi ile tanışma imkânımız oldu. Milano’da senelerdir Arapça öğretmiş… Yetiştirdiği bazı profesörler ile de tanıştık…

Birkaç ay önce İzmir’den gelen bir opera grubunun programına katılmış. Onların icra ettikleri bir eser, onu çocukluğuna, annesinin söylediği nağmelere götürdüğü için sahneye çıkıp ağlayarak hatıralarını anlatıp teşekkür etmiş. Bizim sanatçıların da gözü yaşarmış…

Bana dedi ki: “Arapça dersi verdiğim için bana Kur’an ile ilgili de çok soru geliyor. Çoğunu görmüyorum. Yani görmezden geliyorum.  Ama bazı hususlarda zorlanıyorum. Sırf sizden bir fikir almak için onların bazılarını size söylemek istiyorum. Bu bir imtihan değil… Bizim kitabımızda da kısas var. Göze göz, dişe diş… Fakat bugünkü anlayış, kısasa karşı… Kısas hakkında neler söylenebilir? ”

“Cezalarda esas olan caydırıcılık… Kısasta bunun yanı sıra, kan davalarına imkân vermemektedir. Mazlum ve mağdur taraf tatmin olmazsa intikamcı bir düşünceyle ihkak-ı hakka kalkışır… Karşılıklı olarak onlarca insan bir insan karşılığında öldürülebilir. Halbuki İslâmiyet üç teklif sunuyor. Birincisi, kâtili affedebilirsiniz… Siz affedince, kan davası güdülmez. İkincisi, diyet isteyebilirsiniz. Kan bedeli olarak diyetini alınca, zaten iş bitmiş olur yine kan davası söz konusu olmaz… Üçüncüsü, kısas isteyebilirsiniz. Bu da hâkim kararı ile olduğu için yine kan davası güdülmez. Hatta araya iyi niyetli birileri girip affetmenin öneminden bahsederek ortamı yumuşatacak şeyler olabilir.” dedim. “Benim için çok iyi oldu. Yani tek şey yok, alternatifli bir yol izleniyor.” dedi.

Sonra kendisine  12 Mart 1971’den ve sıkıyönetim mahkemelerinden söz ettim. Bu arada Buca Cezaevi’nde bir müddet beraber kaldığımız Aziz Güçlü’den söz ettim. “Dokuz cinayetinden bahsediliyordu. 16 cinayete de bulaştırılmak isteniyordu. Yani toplam 25 olay… O da o zaman bana İslâmiyet’in hükmünü sordu. Ben de size anlattığım gibi bu üç alternatifi söyledim. O dinledi ve sonra dedi ki: ‘Eğer İslâmiyet’in dediği gibi olsaydı, ben bu işlere hiç karışmazdım. Normalde ben namazını kılan bir insandım. Askerde iken, bizimkilere büyük kötülükler yapıldı. Yapanlar yakalandılar ve cezaya çarptırıldılar. Ama af çıktı. Adamlar hapisten çıkıp geldiler. Eğer affeden mağdur ve mazlum olsa, bir şey yok. Devlet affediyor. Tamam affettiniz, niye bizi yüz yüze getiriyorsunuz? Ya onları köyden sürün veya bizi sürün; karşı karşıya gelmeyelim. Ben izzetli ve onurlu bir insanım. Bir de dokundurucu tavırlar ve incitici lâflar. Şimdi ben ne yapayım? Oğlum doğmuştu, kendi ismimi verip silahımı alıp dağa çıktım. Nasıl olsa ölürüm diye düşündüğüm için adımı oğluma verdim. Hiç olmazsa onurumla ölürüm, bu arada da alabilirsem intikamımı alır, verilmemiş cezayı da hak ettikleri şekilde vermiş olurum, diye düşündüm. İşte böylece maalesef, bu kadar istenmeyen şeyler oldu.’ dedi. Gerçekten onun sözlerine de kulak vermek zorundayız.” dedim…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.