Sınıfın çalışkan başarılı öğrencisi

Geçen gün bir sohbette, teselli bâbında bir dost şunları söyledi: “Niye üzülüyorsunuz? ‘İslam’a hizmet edenlerden, hatta aynı memeden süt emen, aynı irfan pınarından âb-ı hayat içen kardeşlerin bazılarından hiçbir vefa ve teselli edici söz duymadık… Vazgeçtik müdafaadan…’ demeyin.

Bunları normal karşılayın. Çünkü bu hizmet mensupları, sınıfın çalışkan ve başarılı çocukları! Böyle  öğrencilere bütün sınıf gıpta eder, onun gibi olmak ister, onu taklit etmeye çalışır. Ama çoğunlukta da tenafüsten ileri gelen olumsuzluklar, hatta hasetler ve düşmanlıklar da olur. Ayağını kaydırmak için gizli bir kinle hareket edenler de bulunur. Bunları kabul edip sineye çekeceksiniz. Hatta, bu önlenemez gibi görünen duyguları köreltecek icraat ve gerçekten samimi gönül alıcı faaliyetleriniz de olacak.” Bu ikazlarda elbette, isabet var… 1966’dan beri Büyüğümüzü tanıyorum, bildim bileli tavrının böyle olduğuna şâhidim. Hatta bazan bana fazla geliyordu. Yani ilim, takva bakımından çok çok dûnunda olanlara karşı tavırları işin doğrusu beni üzüyordu. “Bu kadar da olmaz!” dedirtiyordu. Ama karşı taraflardan böyle muamele görmüyorduk. Yirmi çocuğunuz olsa, “Haydi şunların ismini bir say” deseler, sayamaz ve çoğunu unutursunuz. Lâf arasında iki-üç defa şahit oldum, Hocaefendi, bugün cemaatlerin ileri gelenlerinin isimlerini bir çırpıda söylüyor ve bizim de öyle namazdan sonraki dualarımızda söylememiz için teşviklerde bulunuyor. Bunları yeminle ifade ederim. Yine biliyorum ki, Türkiye’de iken onları ziyaret eder, yaşlıların, kendi yaşında olanların ellerini öperdi. Bayramlarda, hizmetlerini takdir eden uzun cümlelerle tebrikler yazıp gönderirdi. Benim aklımda kaldığına göre Süleyman Efendi Hazretleri’nin merhum damadı Kemal Kacar Hocaefendi’den başka karşılık veren bile olduğunu bilmiyorum…

İzmir’de başlayan bu hizmeti bitirmek için yapılanlara da şahidim… Ciltlerle kitap olacak hakaret mektuplarını Mehmet Ali Hocama, kendisine gelen ve beyninden vurulmuşa döndüren mektupla beraber hasta yatağında yatarken sobada hepsini birden yaktırıp, “Unutalım bunları biz işimize bakalım.” dediğini de çok iyi biliyorum…

Hatta ihtilafların kızıştığı bir dönemde, bazılarımızın kızıp fevrî hareketlerde bulunmamamız için; “Bakınız, biz iman-Kur’an hizmetinin böyle faydalı olacağı kanaatiyle hareket ediyoruz. Onların da bir içtihadı var, onlar da ona göre hareket ediyorlar. Hepsi de hak sayılır. Hata edenlerimiz olsa bile iyi niyetten sevap alırlar. Zaten her şey âhirette belli olacak. Belki onlar daha haklı çıkacak.” diyerek, bu yolla telkinlerle gerginlikleri düşürüyor, havayı yumuşatıyor ve muhtemel çatışma ve yanlışlıkları önlüyordu. Bunların hep şâhidi olduk.

İlk hased, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem Aleyhisselam’ın oğulları Kâbil-Habil arasında kendisini göstermiş ve cinayetle neticelenmiştir.

Çocuklarda ego çok açıktadır. Onlarda haset, kin duygularını gizleyip örtecek mekanizmalar  gelişmediği için duygular çok belirgin şekilde kendilerini gösterirler.

Yani bugün bu çalışkan ve başarılı öğrenciye revâ görülenler işte böyle ilkel duygulardır. Halbuki İslamî hakikatler ve tasavvufun inceltici ve güzelleştirici gücünün bunları törpülemesi gerekirdi…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.