Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Utanç dönemi
İnsanlığın idari ve siyasi tarihini ifade adına çok farklı isimlendirmeler yapılmıştır.
En geniş daireden en dar daireye kadar tarif ve tavsif amaçlıdır bu isimlendirmeler. Kiminde medeniyet denmiştir, kiminde liderler ön plana çıkartılmıştır, kiminde de o dönemin en önemli özelliği. İslam medeniyeti dönemi, Peygamberler dönemi, Asr-ı Saadet veya Hulefa-i Raşidin dönemi, Fatih, Kanuni, Deli İbrahim, Özal, Demirel dönemi, Lale Devri, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Askeri Vesayet, Tek Parti, Milli Şef, MC hükümetleri, 28 Şubat vs… Aklıma gelen soru şu: içinden geçtiğimiz ve bir gün mutlaka sonlanacak olan döneme kimler hangi ismi verecek? Bu isme dönemin en belirgin özelliği ya da özellikleri mi damga vuracak yoksa bu özellikleri fiilen hayata taşıyan, onları ete-kemiğe büründüren insanların isimleri mi?
Bugüne kadar çok şeyler söylendi ve hâlâ daha söylenmeye devam ediyor. Aslında tarafsız bir gözle Türkiye’de olup bitene eleştirel bir gözle bakabilen gazetelerin köşe yazılarına bakın, özgürlüğü uğrunda bedel ödemeye razı bir şekilde kalem oynatan akademisyenlerin makalelerine bakın, göreceksiniz bu isimleri.
Bu mevcut durumu takdirle beraber benim küçük de olsa bir itirazım var; mezkur isimlendirmelerin resmin bir karesinden hareketle yapıldığını ve isim koymak için erken olduğunu düşünüyorum. Verilen isimler gündemde olan ya da gündemi en çok meşgul eden hadiseleri merkeze koyan isimler bunlar. Doğru ama eksik bana göre. Çünkü süreç devam ediyor ve her gün yeni şeylerle karşılaşıyoruz. Dün ihtimal dahi vermediğimiz şeylerin bugün hayata geçtiğine şahit oluyoruz. Onun için en iyi isimlendirmenin her şeyi içine alan resmin bütününü gördükten sonra olacağına inanıyorum. Bu da ancak söz konusu ifritten süreç bittikten sonra, baskılar ortadan kalkıp insanların kendilerini daha hür, daha sakin, daha serbest hissettikleri zaman olabilir.
Başlangıcından bu yana ifritten süreç dediğim bu tuhaf zamanlar için şimdiden bir isim teklifim yok ama buna isim koyacak olanların bir hususu katiyen gözden kaçırmayacaklarına imanım tam; utanç. Zamanını Allah bilir ama yakın veya uzak gelecekte herkes ama herkes bu süreçten dolayı az veya çok utanç duyacak. Yapan, yaptığından dolayı utanç duyacak ve keşke diyecek. Gidişata karşı tavır almak, onu engellemek için bir şeyler yapma imkânı olduğu halde yapmayanlar, yapmadıklarına pişman olacak ve onlar da keşke diyecek. Fakat en çok eğer akıllarını, mantıklarını, zihinlerini, zekâlarını, muhakeme ve mukayese kabiliyetlerini ve belki de hepsinden önemlisi vicdanlarını hâlâ kaybetmedilerse en başta iktidarıyla-muhalefetiyle bu süreçte rol alan siyasi ve bürokratik kadro pişmanlık duyacak. Evet, iktidar canibinde yerini alıp, tavan-taban bütünlüğü içinde bir blok halinde hareket eden insanlar keşke, keşke diyecek ve bu keşkeler onları gece yataklarında bile rahatsız edecek. ‘Zamanı geriye döndürme imkanım olsa şöyle yapardım ve bu uğurda bütün mal varlığımı vermeye hazırım!’ diyenler çıkacak ama heyhat! Ba’de harabi’t-Türkiyye.
Başka kimler utanç duyacak? Tahminime göre bu ülkenin sözde özgür ortamlarında iş yapan, ülkeyi geleceğe taşıyan akademik kadro utanç duyacak ve onlar da keşke diyecektir. Siyaset bilimciler, ekonomistler, hukukçular ve daha niceleri. Bunlar arasında ilahiyat fakültelerinde görev yapan hocalarımız, Akif’in meşhur deyimiyle söyleyecek olursak “samit infialleriyle” iktidar partisinin yaptığı gayrimeşru şeylere meşruiyet kazandıran, daha da ötesi verdikleri fetvalarla bu sözde meşruiyeti -ki ben buna meşruiyet değil, dinin sui istimal edilmesi diyorum- temellendiren insanlar da bu utanç kervanına katılacak ve ‘Keşke İ. Azam misali dik durabilseydik. Keşke alimlerin sultanı olmayı sultanların alimi olmaya tercih edebilseydik.’ diyecekler.
Ben bu utanç halkasının en sonunda yerini alan ve bir oyla bile olsa bu sürece destek veren, Anadolu tabiriyle işinde-eşinde-aşında olan insanımızın yer alacağına, utanç duyacağına ve keşke diyeceğine inanıyorum. Hepsi mi? Elbette hayır. Haber kaynaklarının spekülasyonları, manipülasyonları bittikten, eşyanın hakikatini perde önü ve arkası ile birlikte görmeye başladıkları andan itibaren yapacakları muhakeme ve mukayesenin onları bu noktaya sürükleyeceğini düşünüyorum.
Hasılı; yakın gelecekte yaşadığımız dönemin en hakim unsuru olarak utancın çıkacağına ve bu utancın herkesin başını yere eğdireceğine inanıyorum. Cenazesinin başında “18 bin lira bulamadım yavrum, senden özür dilerim.” diyen anne; cesedini gömmek için buzdolabında hem de üzerinde yeşil örtüsü ile bekletilen çocuk; hastaneye gitmek için beyaz bayrak sallayan baba; ‘Evimize gidelim.’ diyen çocuğuna ‘Gidecek evimiz mi kaldı oğlum!’ diyen anne ve bunun gibi yüzlerce-binlerce fotoğrafı siyasi tarafgirlik duygusuyla görmezden gelenlerin de, görüp korkularına esir oldukları için bir şey demeyenlerin de yüzlerinin kızaracağına ve keşke diyeceklerine inancım tam. Tabii ki bunun için ön şart, hâlâ daha insanlıktan bir parçayı içlerinde taşıyor ve akıllarının yanında kalp ve vicdanlarının ölmemiş olması.
Bir utanç dönemi içinden geçiyoruz vesselam.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment