Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Sağlık bilinci ve ölüm gerçeği
Fethullah Gülen Hocaefendi’yi alim, kanaat önderi, düşünür vb. özellikleri ile değerlendirirken çoğu zaman bir gerçeğin üstü örtülüyor ya da kaale alınmıyor.
Zihnimizin arka plandan her zaman var olan kutsal anlayışımızdan büyüklere saygıya kadar uzanan hususların bu yaklaşımdaki rolü nedir ayrıca tartışılmalı ama benim gerçek dediğim husus kelimenin tam anlamıyla gerçek. Nedir o? Hemen belirteyim; onun da bir insan olduğu gerçeği. Hisleri, arzuları, istekleri, öfkesi, kızması, sevinmesi, acıkması, uyuması, üzülmesi ve daha onlarca-yüzlerce insana ait özellikler. “Ağaç kabuğundan çıkmadım ben. Benim de bir ailem var.” dediğini kaç defa kendi ağzından duydum ben. Yıllar önce İzmir’de halasının oğlunun vefatı sonrası yanına gelen bazılarının her zamanki gibi selam verip salonda bir kenara oturması ve “başınız sağ olsun” dememeleri karşısında yüksek bir ses tonuyla “Ben de insanım. Halamın oğlunun cenazesinden geliyorum. Bir başınız sağ olsun demeniz yok mu?” sözleri hâlâ kulaklarımda çınlar.
30 yılı aşkın beraberliğimizde Hocaefendi’nin yakın akraba dairesinde vefat eden 6-7 kişi oldu. Annesi, kardeşleri, hala oğlu, eniştesi vs. Kardeşlerinin vefatında cenazeye iştirakim nedeniyle Hocaefendi’nin yanında değildim; annesi dahil diğerlerinde ise hep yanındaydım. Türkiye’de iken cenazeye iştirak, Amerika’da iken gıyabi cenaze namazından taziyeye gelenlerle yaptığı konuşmalara kadar hemen her anına şahit oldum. Hepsinde de ölüm hakikatine inanan, ölümü Mevlânâ misal vuslata ve murada erme diyebileceğim şeb-i arus olarak kabul eden, dünyadan ukbaya geçişi oturma odasından yatak odasına geçiş olarak bakan vakur ve metin bir Müslüman olarak gördüm Hocaefendi’yi.
Bir ölümün hatırlattıkları
Şunu bile diyebilirim; 10-15 kişinin orta boy bir salonda taziyede bulunduğu zaman dilimlerini fotoğraflayıp veya videoya çekip sıradan birisine gösterseniz ve “Burada cenaze yakını kim?” sorusunu sorsanız söyleyecekleri en son kişi Hocaefendi olurdu. Bana bunu söyleten yukarıda söylediğim iki kelimenin içinde gizli; iman ve ona dayalı olarak vakar ile metanet.
Fakat…Evet fakat geçen hafta çok farklıydı Hocaefendi. Bu defa vefat eden yakını yeğeninin oğluydu. İsmi Nureddin. 21 yaşında. Kan kanserinden vefat etti. 2 yılı aşkın tedavi süreci ölümle neticelendi. Hakk’ın takdiri ve takdire boynumuz kıldan ince. Allah gani gani rahmet eylesin. Merhumun Hocaefendi ile kalbi muhabbeti ve münasebeti tabii ki ayrı ama fizikî münasebeti neredeyse hiç yoktu. 14-15 yaşında bir çocukken yapmış olduğu kısa süreli ziyaret hariç. Kaldı ki nasıl olsun? Nureddin 1994 Kasım ayı doğumluydu. Hocaefendi’nin Türkiye’den ayrılış tarihi 1999. Yani Nureddin, 5 yaşındaymış Hocaefendi Türkiye’den ayrılırken.
Vefat haberinin ikinci günü oradaydım. İkinci gün olmasına rağmen Hocaefendi’yi çok üzgün gördüm. “Çok etkiledi beni.” demiş dün taziye için yanına giden akrabalarına. Aynı halet-i ruhiyenin devam ettiğine şahit olmak ne yalan söyleyeyim düşündürttü beni. Salonda tek başınaydı. “Başınız sağ olsun Hocam!” dedim. “Sağ olasın!” diye karşılık verdi ve başladı konuşmaya. “Babasına baş sağlığı diledim, metin bir ses tonu vardı ama annesi ağlar ve ben dayanamam diye konuşmadım.” dedi. Salon arkamdan gelen insanlarla dolmaya başlarken ben önceki ölümlerdeki vakur ve metin duruşu ile şimdiki halini zihnimde mukayeseye durdum. Acaba dedim içimden Hocaefendi’de Yunus gibi: “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm; Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi.” diyor ve üzüntüsünün devamı ve bu boyutlarda olması bundan dolayı mı? İnanın aklıma gelen ilk şey bu oldu. Kim bilir? Belki de bu. Her neyse, devam edeyim: “Kadere taş atmamak lazım. Bediüzzaman Hazretleri’nin maziye kader geleceğe irade açısından bakmak sözü bu açıdan çok önemlidir. Sebeplere riayet Allah’a saygının ifadesidir.” Evet, gerçekten böyle söylüyor Bediüzzaman.
Toplumda sağlıklı yaşam bilinci oluşturulmalı
Hocaefendi’nin işaret ettiği bu önemli noktayı devam eden cümlesi ile birlikte aktarayım: “Maziye, mesâibe kader nazarıyla ve müstakbele, maâsiye teklif noktasından bakmak lazımdır. Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cez’a iltica etmemek elzemdir.” Mesâib musibetler, maaşı isyanlar ve cez’a ise feryad u figan demektir.
Ben acaba benim bilmediğim bir şeyler mi var diye düşünmeye duracaktım ki kemoterapi veya ilik nakli tedavisinin bağışıklık sistemini bozduğunu, bu esnada hem hijyen kurallarına riayet, hem de doktorların tavsiyelerini emir telakki ederek bire bir tatbikin ehemmiyetine geçti. Aynı hastalıktan vefat eden birkaç kişinin ismini sayarak tedavinin gerektirdiği usullere harfiyyen riayet edilmediğinden dert yandı. “Halkımız sağlık konusunda şuurlu değil. Umumi bir dert bu aslında. Eğitim hayatî bir ihtiyaç. Eski-yeni çok defa tekliflerim oldu benim. Yetkililere de ulaştırmaya gayret ettim bunları. İlkokul, ortaokul ve liselere çok iyi müfredatla sağlık dersleri konulmalı. Bu derslere mahallinde bulunan doktorlar başta olmak üzere sağlık personeli girmeli. Tabandan tavana sağlık noktasındaki şuurlanmanın yolu eğitimden geçer dedim. Fakat…”
Fakat’tan sonrasını ne ben ne de siz duymak istersiniz. Zaten bu sebeple olsa gerek sustu. Ben de içine destanların sığacağı ve sadece 30 saniye kadar süren o suskunluğu yazı diliyle ifade için üç nokta koydum.
Son değindiği husus; tedaviyi terk meselesiydi. Fıkıh kitaplarında da müçtehitlerin içtihadî müzakerelerine konu olan bu husus hakkında çok fazla konuşmadı. Bazı büyüklerin hayatlarında anlatılan tedaviyi terk ile alakalı kararların objektif değil sübjektif olup başkalarını bağlamadığını, bizim gibi sıradan insanların sebeplere riayetle mükellef olduğunu ifade ettikten sonra biraz önce söylediği o enfes cümleyi bir daha tekrar etti: “Sebeplere riayet Allah’a saygının ifadesidir.”
Ölüm: Erken ya da geç, öyle ya da böyle, hepimizi bekleyen akıbet. Aslında doğduğumuz gün başlıyor bizim ölüme doğru yolculuğumuz ve sebepleri farklı olsa da netice değişmiyor. Nureddin’in karşılaştığı ve yüzleştiği akıbet bizi de bekliyor. Üstad’ın dediği gibi “ölüm öldürülmüyor, kabir kapısı kapanmıyor.” Yunus diliyle bu can bu gövdeye konuk ve bir gün gelecek kafesten kuş uçmuş gibi uçup gidecek. Allah iman-ı kâmilden ayırmasın. Nureddin’e de rahmetiyle muamelede bulunsun. Yakınlarına sabr u cemil ihsan etsin…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment