Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Müslümanlar olarak zihnî değişime hazır mıyız?
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Paris saldırıları sonrası Fransa’nın meşhur Le Monde gazetesinde yayımlanan makalesi çok önemli noktalara parmak basıyor.
Yazının yayımlanmasından bu yana dünyanın değişik ülkelerinde Müslüman ve gayrimüslim yazarların makale hakkında yazmış olduğu yazılar, yaptıkları değerlendirme ve yorumlar bunun göstergesi. Bu kervana ben de katılmak istiyor ve içimize yönelik –içimiz derken cemaati değil, Müslüman dünyasını ve daha çok da zihnini kastediyorum- bir iki noktanın altını çizmeyi ve ardından da “Böylesi zihni bir değişime hazır mıyız?” sorusunu sormak istiyorum.
Bir cümleyle çerçevesini çizmeye çalıştığım alanda Hocaefendi’nin dikkati çeken en önemli vurgusu bana göre şu cümlelerde aranmalı: “Müslümanlar olarak bu vesileyle (Paris Saldırısı AK) İslam anlayışımızı ve pratiğimizi çağımızın şartları ve zamanın yaptığı tefsirlerin ışığında gözden geçirmeli ve özeleştiri yapabilmeliyiz.”
Cümlenin son iki kelimesi olan “özeleştiri yapmalıyız”a gelinceye kadar herhangi bir problem yok. Hemen her Müslüman’ın zihnen ve kalben evet diyeceği bir teklif var ortada: “İslam anlayışımızı çağımızın şartları ve zamanın gereklilikleri içinde yeniden gözden geçirme.” Fakat söz, özeleştiriye gelip dayanınca nedense tıkanmalar yaşanıyor. Çünkü bizler genelde de özelde de özeleştiriye açık bir kültürün çocukları değiliz. Hele söz konusu olan din ve dini hükümler ya da âlimler, ilmihal ve fıkıh kitapları ise anlam vermekte zorlandığımız bir dirençle karşılaşıyoruz. Kur’an’ın “atalar kültü” diye kınadığı zihniyeti sergiliyor ve yeni olan her şeye toptancı bir mantıkla maalesef karşı çıkıyoruz. Sorgulama değil savunmayı merkeze oturtan ve İslam’ın değerler hiyerarşisindeki sıralamasını da alt-üst eden bir tavır izliyoruz.
İslami anlayış ve pratiği üzerine düşünmek
Sadece biz mi? Hayır. Sadece bugün mü? Ona da hayır. Bu İslam dünyasının bütününde asırlardan beri yaygın ve geçerli olan bir zihniyet. Hocaefendi ihtimal bu zihniyetten hareketle devam eden cümlesinde şunu söylüyor: “Bu, İslami gelenekten kopmak demek değil, tam tersine muhtemel inhiraflarımızın farkına varma ve onlardan sıyrılarak selef-i Salih’inin hep peşinde olduğu Kur’an ve Sünnetin ruhuna ve özüne tekrar sahip çıkmak demektir.” Bu cümleden sonra halk tabiriyle; “Fazla söze hacet yok, artık dağılabiliriz” demek geliyor içimden. Evet, daha ne desin? Atalarımızdan bize intikal etmiş olan İslami anlayış ve pratiğimizi sorgulamak, geleneği dışlamak demek değil, aksine Kur’an ve sünnetin özüne, ruhuna, maksadına sahip çıkma ve onu yeniden inşa etmek demektir. Zaten başka türlüsü de mümkün değil. İslam’ın evrenselliğinin bulunacağı zemin işte burasıdır. Aksi bir yaklaşım tarihi dondurma ve dünü bugünde yaşama manasına gelir ki bugün IŞİD ve emsali terör örgütlerinin yaptığı da budur.
Aslında Hocaefendi geleneğin sorgulanması noktasındaki düşüncelerini Paris saldırılarından sonra değil, yıllardan beri söylüyor. Mealen; “Atalarımızdan devraldığımız İslam ilim ve kültür mirasını tenkide, tenkihe (ayıklama) ve tasnife tabi tutmalıyız. Değişen ve gelişen hayat şartlarına göre değişikliklerin yapılması gereken meseleleri, sahasının uzmanlarından oluşan heyetler kurmalı ve bu işi gerçekleştirmeliyiz.” Şahsen ben, 30 yıllık tanışıklığım ve talebeliğim sürecinde bizatihi kendi kulaklarımla defalarca bu ve benzeri tespitleri duymuşumdur kendisinden.
Mesele, gelenekten kopmak değil yeniliğe açık olabilmek
Fakat bu noktada Hocaefendi’yi, aynı düşünceleri seslendiren emsalinden ayıran bir husus vardır; o da selefe saygısı. Daha önce de çeşitli vesilelerle kaleme aldım; Hocaefendi bu tenkit, tenkih ve tasnif ameliyesinde, selef-i salihine saygıyı hiçbir zaman elden bırakmamanın, onları yaptıkları çalışmalardan dolayı hayırla ve rahmetle yâd etmenin gerekliliğine inanır. Aşırı kelimesi onun hassasiyetini ifade etmeye yetmez ama bu hususta o kadar aşırıdır ki siz zannedersiniz sabık ulemaya kutsallık izafe ediyor, ürettikleri düşüncelerine ebedilik vasfı veriyor. Hayır, ikisini de yapmıyor. Sadece onların zamanlarının, kültürlerinin, bilgilerinin, tecrübelerinin çocukları olarak o düşünceleri dile getirdiklerini ve itirazlar dile getirilirken daha saygın bir üslubun kullanılması gerektiğini söylüyor.
İkinci bir husus, mezkur düşüncelerin yeterli olduğu alanlarda yenilik arayışına girmenin, her meselede illa bir şeyler demeye çalışmanın yanlışlığına da işaret ediyor ve bunu fantezi olarak yorumluyor. Bana göre gelenekten kopma işte bu uyarıları dikkate almamakla olur. Yani selefi küçümseme, düşüncelerini saygısızca ele alma ve mevcudun yeterli olduğu alanlarda bir şeyler söyleme, son tahlilde bizi, hem selef hem de 15 asırlık geleneğimizden kopartır.
Şimdi sorumu sorabilirim; biz hazır mıyız böyle bir sorgulama ve yeniden inşa ve ıslaha? İslam dünyasının eğitim başta olmak üzere ekonomik, sosyal, ahlaki, kültürel genel geçer seviyesi ve dünya gerçeklerine vukufiyeti açılarından bakınca, bu soruya evet cevabı vermekte zorlanıyorum. İslami anlayış ve pratiğimizin temelini oluşturan iki ana kaynaktan birisi olan ve beşerin bizlere taşımış olduğu hadislerin kaynak değerini –isnad ve metin kritiğini kastetmiyorum- bile sorgulamak için masaya yatırmakta zorlandığımız bir yerde, Hocaefendi’nin gösterdiği hedefe nasıl ulaşılır ki demekten kendimi alamıyorum. Ama yapmak zorundayız. Ele ele, diz dize, gönül gönüle vererek bunu hayata taşımalıyız. Yoksa hayatı kendimize cehennem etmek yetmezmiş gibi başkalarına cehennem etmeye devam ederiz. Kabahati sadece karşı tarafta arayan ve çözümü onun yok edilmesinde bulan zihniyetler ardı arkasına türemeye devam eder. Birisinin dediği gibi IŞİD gider, MIŞİD gelir.
Yerim olsaydı iç dünyamıza ait çok önemli gördüğüm “Birtakım sözler ve sembollerle nazari olarak bir kimlik iddiasında bulunabilirsiniz. Böyle bir iddianın samimiyeti ancak muamelatta iddia edilen kimliğin temel değerlerine sadakatle ölçülebilir.” ve “Müslümanlar olarak kendi problemlerimizle yüzleşmekten bizi alıkoyan komplo teorilerine sığınmaktan da vazgeçip bir muhasebe yapmalıyız.” cümlelerini de yorumlayarak açmak isterdim. Belki bir başka yazıda.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment