Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
İnsan harcamakta üstümüze yok
2016 yılının ikinci günü oturmuş, aldığım ve alacağım kitaplardan hareketle yıllık okuma planı yapıyorum.
İngilizce kitapları aylara hatta haftalara bölerek yapmaya çalıştığım okuma planımda bir şey dikkatimi çekti; Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi ile alâkalı kitapların çokluğu. Aslında eşzamanlı ve dengeli okumalarım içinde bu kadar kitap biriktirmezdim diye düşündüm. Sonra kitapların yayın tarihlerine, yazarların kimliklerine, nerelerde yaşadıklarına baktım ve yanılmadığımı anladım; kitapların birikmesi benim normal okuma programımı aksatmam değil, aksine yeni yayınlanan kitapların çokluğu idi. Bu gerçek karşısında bir taraftan Allah’a hamd ve şükür ederken diğer taraftan ciddi üzüntüler içine gark oldum. Hocaefendi ve Hizmet, değişik ilmî alanlarda mercek altına yatırılıp akademik çalışmalara konu edilirken aynı türden bir ilginin bu ölçüde bizim ülkemizde olmamasıydı beni üzen ve derinden derine düşündüren.
Ülkemizde görülmese de…
Her neyse… Evet, gerçekten her neyse ama mesele her neyse deyip geçiştirilemeyecek kadar önemli aslında. El-Kaide, Boko Haram, IŞİD vb. terör örgütleri ile İslâm’ın birlikte anıldığı bir zaman diliminde ortaya koyduğu teorik yorumlar ve pratik hayatta sergiledikleri faaliyetler ile İslâm’ın, Müslümanların, Türkiye’nin yüz akı olmuş bir insan ve hareketin, geleceğin dünyasında “rezalet müzesi” ismini almaya layık bir müzeye utanç dolu malzemeler bırakan takibata maruz kalması, kendi bindiği dalı kesmenin ötesinde İslâm için de, ülkemiz için de, insanlık için de büyük bir kayıp aslında.
Sözün tam burasında merhum Çetin Altan gibi demek isterim; “Enseyi karartmayın.” Bahsini ettiğimiz gerçek ülkemizde çokları tarafından görülmese de demek ki dünyada görülüyor ve mezkûr çalışmalara konu oluyor. Allah da her şeyi görüyor ve biliyor. Doğru eninde sonunda kazanıyor. Bediüzzaman’dan mülhem, sıdk çarşısında satılan yalan, kendisine sahip çıkan yalancılarla birlikte dünyada tarihin çöplüğüne atılıyor. Ahirette ne olur, Allah nasıl bir muamelede bulunur, “biz bilmeyiz, Allah bilir”.
Bediüzzaman demişken; aslında Hocaefendi için söylemiş olduğumuz bu gerçek yıllar ve yıllar boyu onun için de hayat bulmuş bu topraklarda. Ortaya koymuş olduğu eserlerin ilmî keyfiyeti, hemen herkesin zihnini büyülemişken ehl-i ilim tarafından hak ettiği ölçüde ilgiye mazhar olmamış. Yurtdışında akademik çalışmalara mazhar olan Risaleler, ilahiyat fakültelerimizin kapısından girememiş. Girememe bir yana, devletin yetkili organlarının yapageldikleri takibata mazeret teşkil etmesi için aleyhte raporlar yazılmış. Kaderin ne garip tecellisidir ki, yazarlarının ahirete gittiği raporların yazıldığı fakültelerde bugün aynı eserler örnekleri sınırlı dahi olsa akademik çalışmalara konu edilmeye başlanmış durumda.
Aslında Üstad’ın ilmî cephede inkâr-ı uluhiyet’i karşısına alarak verdiği ilmî mücadele bir yana, yapılan zulümlere karşı göstermiş olduğu direniş bile tek başına destanlık bir hadise. Ama bu destanlık duruş bile ideolojik yelpazenin solunda duranlar tarafından görülmüş de sağında duranlar görmemiş, takdir etmemiş ve hâlâ daha etmiyorlar.
Sadece Bediüzzaman mı? Elbette hayır. Aklıma Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Elmalılı Hamdi Yazır, Ali Fuat Başgil, Necip Fazıl, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Sezai Karakoç ve emsali insanlar geliyor. Anokrasiye düşmemek kaydıyla düşüncelerini beğenir ya da beğenmezsiniz, ayrı bir mesele ama son tahlilde bunların hepsi bu topraklarda neşet etmiş düşünce insanları. Hepsi de yerli. Şimdi son hüküm cümlesini söyleyebilirim; bizim nedense yerliye karşı alerjimiz var.
Elimde bir kitap var okuduğum. Johnston McMaster tarafından kaleme alınmış. Londra merkezli Hizmet Studies yayınları arasında çıkmış. İsmi; “A word between us; Ethics in Interfaith Dialogue” adını taşıyor. Manası, “Bizim Aramızda Bir Kelime; Dinlerarası Diyalogda Ahlâk”. 11 ana başlık açmış. Başlıklardan bir ikisini örnek olarak sunayım; zorunlu dinlerarası karşılaşma, şiddet ve aşırılığın ötesine geçme, ortak geleceğe doğru, küresel ahlâk vs. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dininden söz konusu başlıklarda düşünceler üretmiş 3 insan seçmiş. İslâm adına seçtiği isim Fethullah Gülen. Önce her birinin görüşünü kendi yorumlarıyla aktarmış, sonra da ilgili görüşler etrafında mukayeseler yaparak nihai kanaatlerini kaydetmiş.
Uzun vadede, evet…
Şaşırdım diyebilirim. Özellikle Hocaefendi okumalarım ve yakın takibimden hareketle bildiğim tespitlerine yazarın getirdiği açılımlar, bu açılımları yerine göre ayet, hadis, gelenek ve başka Müslüman düşünürlerle temellendirmesi şahsen bende hayranlık uyandırdı. Açık konuşayım; onlarca defa okuduğum, yüzlerce defa kendi kulaklarımla duyduğum o tespitlere böylesi temellendirmeler ve yorumları bana yap deseniz yapamazdım. Kaldı ki yazardaki engin vukufiyete bakın ki aynı şeyleri, seçtiği diğer iki düşünür için de yapıyor.
Yıllar önce bir sohbet ortamında daru’l harb ve daru’l İslâm diye başladığım bir soru vardı. Bu iki kavramı kullanır kullanmaz: “Daru’l harb veya daru’l İslâm yok, daru’l hizmet var” diyerek sözümü kesmiş ve ardından, “Şimdi sorunu sorabilirsin.” demişti. Ben de bunu bir makalede yazdım. Aradan birkaç yıl geçmişti, Şikago’da katıldığım bir konferansta benim yazımdan mülhem Hocaefendi’nin bu tespitini bir akademisyenin tebliğine konu ettiğini duyunca nasıl şoke olduğumu anlatamam. Şikago dönüşü Hocaefendi’ye bu hadise ve halet-i ruhiyemi anlattığımda, aldığım karşılık sadece buruk bir tebessümdü. Şimdilerde bu buruk tebessümler derin acılara inkılâp etmiş durumda. İnsan harcamakta üstümüze yok vesselam.
Çetin Altan ile bitireyim. O der ki 26 Eylül 2002 tarihli köşe yazısında: “Yooo… Sakın karamsarlığa kapılmayın ve enseyi karartmayın. Unutmayın ki Türkiye’nin iç dinamikleri çalışmaz ve Türkiye “imajını” değiştirmeye özense de kendi öz gerçekleriyle yüz yüze gelmeye asla yanaşmaz ve dış etkenler olmadan, evrensel değişimin temposuna kendiliğinden ayak uyduramaz.”
Şimdi ‘Avrupa, Amerika, Avustralya, Endonezya’da üniversitelerle işbirliği içinde kurulan Fethullah Gülen kürsüleri, yapılan onlarca yüksek lisans ve doktora tezleri bu bağlamda bir yere oturur, Türkiye’ye yansımaları olur mu?’ sorusunu sorabilirsiniz. Cevabım uzun vadede, evet.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment