Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Hac yolcularına bazı hatırlatmalar
Küllü âtin karîb” denir Arapçada. Bir deyim bu. “Her gelecek yakındır.” demek. Evet, her gelecek yakındır.
Kendimiz söz konusu olunca çok ama çok uzak gördüğümüz, yanımızda ismi geçtiği an sürekli başkalarının üzerine attığımız ölümün bile yakın olduğu yerde, senede bir defa gelen hac günleri mi uzak olacak? Geldi işte o günler. 2015 yılı hacı adayları dünyanın dört bir köşesinden eşini, işini, çoluk-çocuğunu, evini, akrabalarını ve dostlarını geride bırakarak Allah’ın davetine icabet için Mekke’ye akın etmeye başladılar. Allah herkesin haccını şimdiden kabul eylesin. Haclarını hacc-ı mebrûr, günahlarını mağfûr eylesin.
Bir iki hatırlatmada bulunmak istiyorum bu sene hacca yol bulanlara. ‘Hacca yol bulma’ ayetin ifadesidir. Şöyle der Kur’an hac farizasını ifade ederken: “….men istetaa ileyhi sebîlâ.” “Oraya yol bulabilen; yol bulmaya gücü yeten; yol bulup güç yetiren; oraya ulaşmaya yol bulan; yoluna gücü yeten; gitmeye imkânı olan ve ziyarete güç yeten.” demektir bu. İnancımız o ki, eğer birileri hacca gitmeye yol bulabiliyorsa, bir de onlara “yol veren, yol açan, güç veren” birisi vardır. O da, Allah’tır. Şu beyit ne kadar güzel, ne kadar veciz bir şekilde ifade eder benim izaha çalıştığım hususu: “Kime ki Kâbe nasip olsa, Hüda rahmet eder; Her kişi sevdiğini, hanesine davet eder.” Buradan hareketle ilk hatırlatmamı yapayım; hacca yol bulan insanlar, hacca yol vereni hiçbir zaman unutmamalılar. Gerek Kur’an’da yer alan Kendi beyanları, gerekse Peygamber Efendimiz’in (sas) rehberliği ile çizmiş olduğu çerçevenin dışına çıkmamalılar hac yolculuğunda.
İkinci hatırlatmam; hac yolculuğu sıradan bir yolculuk değildir. Turistik bir seyahat hiç değildir. O, insanın özüne dönüş yolculuğudur. Günahlarla yörüngesinden sapmış fıtratı, asli yörüngesine yeniden oturtma çabasının ve gayretinin adıdır. Fıtratın asli yörüngesine, “elest bezmi” diyoruz biz literatürde. Allah mahlukatına soruyor o bezimde: “Elestü birabbiküm; Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” Cevap veriyor mahlukat hep bir ağızdan gür bir ses ve seda ile. Sesin ve sedanın gür olması, verilen cevaba şeksiz ve şüphesiz imanın göstergesi: “Kâlû belâ; Evet yâ Rabbenâ! Sen bizim Rabb’imizsin.”
Öze dönüş…
Ama insanoğlu Allah’ın ulûhiyetini kabul ettiği bu âlemden şehadet âlemine indiğinde yörüngesini değiştirmeye başlıyor. Kimileri o ahde sadık kalıyor; kimileri ahdini bozuyor ve inkâr vadilerinde dolaşıyor; kimileri de ulûhiyetini kabul ahdine sadık kalmakla beraber rububiyetini tamamen veya kısmen reddediyor, şeytanın ve nefsin iğvasına kapılarak yolunu şaşırıyor. İşte hac özellikle bu üçüncü sınıfta yer alan Müslümanlar için çok büyük anlam ifade ediyor. Öze dönüş derken kastımız da bu zaten.
Üçüncü hatırlatmam; haccın en önemli rüknü Arafat ile alâkalı. Efendimiz’in (sas) “El-Haccu el-Arafa; Hac Arafat’tır.” beyanı bunun ispatı. Arafat, insanın irfan ufkunda Hz. Maruf ile buluşup marifetullah’a ereceği ve ardından arif ya da arife olacağı mekânın ve zamanın adıdır. Ben her ne kadar “ereceği, olacağı” desem de, her Arafat’a çıkan insan irfana ermeyebilir, arif veya arife olmayabilir. Kolay değildir insanın hayvanî özelliklerini terk edip irfan ufkuna yükselmesi ve orada Hz. Maruf ile buluşması. Kalp ve ruhun derece-i hayatına yükselenler erebilir bu payeye ancak.
Bu zaviyeden bakınca şahsî kanaatime göre Arafat’ın zaman boyutu mekân boyutunun önündedir ve önündedir hükmünü verdiğimiz zaman, öğle ezanı ile başlayıp akşam ezanının okunması ile biten alabildiğine sınırlı ve kısa bir zaman dilimidir. İyi değerlendirmeye bakmak lazım bu kısa zaman dilimini. Değil bir dakikasını, bir saniyesini bile zayi etmemeli. Etmemeli zira Allah işte bu zaman dilimi içinde tecelli edecektir rahmetiyle. Bin bir tecelli dalga boyutu ile gönderecektir Rahmaniyet ve Rahimiyetini “Lebbeyk” diyen kullarının üzerine. Bir başka tabirle veren verecektir isteyene istediğini. Pekâla ya alma konumunda olan? Bunun için kilometrelerce öteden seyr u sefer eden? Onlar da almaçlarını sürekli açık tutmalı ve unutmamalı Arafat’ı farklı kılan, Arafat’ı Arafat yapan o tecelli belki bir an-ı seyyale içinde olacaktır. Onu yakalamaya ve onunla bütünleşmeye bakmalı.
Şunu tavsiye edebilirim; öğle ve ikindi namazları cem edilerek kılınmasından sonra toplu olarak yapılan ilk vakfe duasıyla –ki 40-45 dakika sürüyor- yetinmemeli hüccac ve kesintisiz vakfe yapmalı. İlk vakfe biter bitmez dünyeviliğin içine kendini salmamalı, yemeye ve içmeye vermemeli, boş muhabbetlerle zaman öldürmemeli. Halbuki bunların hepsi maalesef birçoklarımız tarafından yapılmakta ve kelimenin tam anlamıyla zamanın altın dilimleri bir bardak çay etrafında israf edilmektedir. Beşer olmanın beraberinde getirdiği zaruri ihtiyaçlar için 5-10 dakikalık molaya elbette kimse bir şey diyemez ama onun haricinde her şey Allah’a kurbiyet kazanma, marifetullah’a erme, “seyr fillah” ufkunda O’nunla buluşma ve Efendimiz’in (sas) “annesinden doğduğu gün gibi” olmanın ispat belgesi sayılan af ve beraat senedini alma üzerine kurulmalı.
Bir tavsiye de Müzdelife için. Allah’a kurbiyet kesbetme mekânlarından bir diğerinin adıdır Müzdelife. Arafat’ta ulaşılamayan hedefe ya da yarım ve eksik kalan parçaları tamamlamanın son duraklarından birisidir. Kim bilir, belki de seyr ilellah ile başlayıp seyr minellah ve ardından seyr billah ile dairevî bir hat izleyen yolculukta seyr fillah’ı son kez yakalama durağıdır Müzdelife. Meş’ar-i Haram’dır bir başka adı. İrfanın şuurla kesiştiği nokta. Öyleyse şeytanla girilecek sembolik mücadele için toplanacak cephanelerin yanında, gece boyunca uyanık kalmalı hac yolcusu, burada ve sabah namazı sonrası duracağı vakfeyi dostlar alış verişte görsün kabilinden yapmamalı ve hakkını vermeli. Öyle yapanlar ve hakkını vermeyenler mi var? Maalesef evet. Kökeni her ne kadar Efendimiz’in (sas) istisnaî bir beyanına dayansa da, onu zaruret ve ihtiyaç çerçevesinin dışına çıkartıp genişleten insanlar var.
Dua ayrılmaz parçamız
Son hatırlatmam dua ile alâkalı. Dua, tavafta da, sa’y’de de, Arafat’ta da, Müzdelife’de de ve Medine’de Nebiler Serveri’nin huzurunda da bizim ayrılmaz bir parçamız olmalı. Dudaklar sürekli kıpırdayarak Rabb’e müteveccih olan kalbe eşlik etmeli. Unutmamalı, dua bu yolculuğun olmazsa olmazı. Duanın olmazsa olmazı ise ıstıraptır. Gönlü dilgîr eden, kalbin ritmik atışlarını etkileyen, ruhu muazzep kılan ıstırap. Her insanda tezahür farklı farklı da olsa, mustarip sinenin duasına gözyaşları eşlik eder. Böylesi dua edenlerin çokluğu da göz yaşlarından okyanusların oluşmasına vesile olur ve o okyanus karaya vurmuş İslam âlemi gemisini inşallah sahil-i selamete çıkartır.
Başta yaptığım duayı yeniden yapayım; 2015 hac yolcularının hacları, hacc-ı mebrûr, günahları da mağfûr olsun.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment