Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Bir kere daha hicret
“İslam dininin korunmasını emrettiği, dinde korunması gereken, İslam’da korunması gereken” gibi başlıklarla dini literatürümüze mal olan beş esas vardır. Bunlar din, can, mal, akıl ve nesildir.
Burada benim de taraftar olduğum ve günümüzde bir çok İslam ulemasının seslendirdiği bir konu var: Dinin bu beş esasta yeri nedir? Neden din beşten biridir? Dinin korunması ne demektir? Can, mal, akıl ve neslin korunmasını zaten emreden din değil midir? Din bunlardan ayrı, bağımsız, müstakil varlığı olan bir şey, bir nesne midir? Din dediğiniz şey namaz ise, zekat ise, cami ise zaten bunları canı, malı, aklı ve nesliyle koruyacak olan insan değil midir? Başlı başına bir yazı konusu olan bu hususu şimdilik bir kenara koyarak hicrete geçelim.
CAN GÜVENLİĞİ, MAL GÜVENLİĞİ, IRZ VE NAMUS GÜVENLİĞİ
İslam tarihinde ilk hicret bildiğiniz gibi Habeşistan’a yapılandır. İki defa yapılmıştır bu hicret. İlki kaynakların verdiği bilgiye göre Nübüvvet’in beşinci yılında gerçekleşiyor. Kur’an’dan mülhem bir cümleyle “Rabbim Allah dediği için insanların öldürüldüğü” bir zemin haline gelmiş Mekke. Can güvenliği yok. Mal güvenliği yok. Irz ve namus güvenliği kalmamış. Böylesi bir ortamda akl-ı selime sahip olmak ve ona göre davranmak da mümkün değil. Başka bir tabirle M. Akif’in “Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi” dediği bir ortam ve haliyle bu ortamda dinin emir ve yasaklarını yerine getirmek, hayatı anlamlı kılmanın adı olan Allah’ın rızasını kazanma istikametinde bir hayat yaşamak imkansız…
“ORADA HALKINA ZULMETMEYEN ADİL BİR HÜKÜMDAR VARDIR”
6 kadın, 11 erkek toplam 15 kişilik bir kafile Efendimizin (sas) izniyle Mekke dışına çıkıyorlar. Nereye? Habeşistan’a. Neden Habeşistan? Cevabı Efendimizin (sas) şu cümlesinde âşikâr: “Orada halkına zulmetmeyen adil bir hükümdar vardır. Orası doğruluk ülkesidir. Allah Teâlâ bir kolaylık gösterinceye kadar orada kalın.” Kıyamete kadar geçerliliği koruyacak bir strateji ve bir ölçüdür bu mümin için. İkinci Habeşistan ve ardından Peygamberimizin (sas) bizatihi kendisinin Medine’ye yaptığı hicretler bu düşüncenin delili.
“ALLAH’IN ARZI GENİŞ DEĞİL MİYDİ? HİCRET ETSEYDİNİZ YA!”
İşin özeti; eğer içinde neşet ettiğin vatanında hayatın anlamını bulamıyorsan, Allah’ın Kur’an’da beyan buyurduğu yaratılış gerekçene muvafık bir hayat süremiyorsan, idari sistem veya o sistemi hukuka aykırı bir şekilde yorumlayan ve uygulayan idareciler sana o imkanı vermiyorsa, vatanında kalıp iyi, güzel ve doğru istikametinde mücadele etme imkânın elinden alınıyorsa yapılacak şey en azından Allah bir çıkış yolu gösterinceye ana kadar hicrettir. Bakın ayet ne diyor: “İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki: “Ne işte idiniz?” Onlar da: “Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik” deyince, melekler bu sefer şöyle dediler: “Peki Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Siz de orada hicret etseydiniz ya?” (4/97)
HİCRET BİR KAÇIŞ MIDIR?
Sözün tam da burasında hicret bir kaçış değil midir sorusu akla gelebilir? Hayır kaçış değil belki çekilen çile ve sıkıntıların mahiyet değiştirmesidir. Bu önemli bir nokta. Çünkü bazıları zannediyor ki hicret edince iş bitiyor. Kendi hayatımdan da biliyorum ki tam aksine hicret edince iş yeni başlıyor. Bugünkü şartlara özgü olarak konuşalım. Zulümlerin cari olduğu ülkeden adaletin hakim olduğu ülkelere hicretle belki can, mal, namus ve akl-ı selime yönelik tehditler kısmen de olsa maddi olarak bitiyor ama dinini, dilini, kültürünü bilmediğin, eş-dost-akraba çevrenin olmadığı bir ülkede yeni bir hayata başlıyorsun.
Başlangıçta iklim ve çevre şartları seni zorluyor. İçinde barındığın eve ve çevreye alışman için uzun zaman gerekiyor. Bizim Tavşanlı tabiriyle “Gün bir öğün üç” hayat devam ettiği için insani standartlarda geçimini sağlayacak bir işe başlıyorsun. Bu arada geride bıraktığın eşin, dostun, akraban, arkadaş çevren ve bu yaşına kadar edinmiş olduğun alışkanlıkların senin düşüncene, zihnine, hayaline paslı bir kama gibi her an saplanıyor. Tasavvuftan medet alarak ifade edeyim, vatanın başta yukarıda saydığım ve saymadığım bir çok şeyi terk ediyorsun ama terki terk edemiyorsun. Gördüğünüz gibi hicret bir şeyin sonu olsa bile bir başka şeyin başlangıcı ve oldukça zor.
“GAYRİ MÜSLİMLERİN HİMAYESİNE SIĞINMAK BANA AĞIR GELİYOR”
“Bir Müslüman olarak gayri Müslim bir ülkenin himayesine sığınmak bana çok zor geliyor, ağırıma gidiyor, kabullenemiyorum” diyenler var. Müslümanın dininden, dini kimliğinden kaynaklanan izzet, onur ve şeref duygusuna sahip olması çok güzel. Hele İslam dininin terörle birlikte anıldığı bir zaman diliminde Müslüman kimliğine bu denli sahip çıkma, Müslüman olmakla övünme, gurur duyma tarifi gayri kabil duygular aşılıyor insana. Ama şu unutulmamalı: Eğer ortada insani ve İslami bir izzetten söz edecek olursak, onun en üstününe Nebiler Serveri (sas) layıktır; listenin en başında, bir numarada o yer alır. Ama Şereflilerin en şereflisi Efendimiz (sas) Taif’de umduğunu bulamayıp Mekke’ye geri döndüğünde Mut’im b. Adiyy’in himayesine sığınarak şehre girmiştir. Yanlış istihbarat sonucu Habeşistan’dan Mekke’ye geri dönen Ebu Seleme, Ebu Talib’in himayesine sığınmıştır. Ve yazının başında örneğini verdiğimiz üzere ilkinde 15, ikincisinde 113 kişi olmak üzere Habeşistan’a sığınan Kur’an’da nice ayetlerle övülen ashab-ı kiram’ın Mekke’de ilk Müslüman olan fertleridir. Bence burada izzet, şeref ve onuru yanlış anlamamalı. Bu örneklerde de gördüğünüz üzere önemli olan Müslümanın insani ve İslami kimliği ile özgür ve adil bir ortamda yaşayabileceği zeminin varlığıdır. Bu zemini sağlayan kişinin, ülkenin, sistemin dini kimliği değil.
CAN, MAL, NAMUS GÜVENLİĞİNİN KALMADIĞI YERDE YAŞAMANIN HÜKMÜ
Burada bir kademe daha ileri gidip dini değerleri, dinin emir ve yasaklarını yaşama-yaşayamama bağlamında fukahanın hicrete farz, caiz ve haram ekseninde hükümler verdiği tartışmaları gündeme getirebilirim. Can, mal, akıl ve namus güvenliğinin olmadığı yerde kalmayı haram, oradan ayrılmayı farz, yaşadığı vatani ile hicreti düşündüğü yerlerdeki şartların eşit olması durumunda caiz hükümlerinin verildiği tartışmalar kastını ettiğim. Bugün dün değil biliyorum. Dünkü tartışmaları bugüne ayniyle adapte etmenin ve bugüne taşımanın lüzumsuzluğuna da inanıyorum. Bununla beraber söz konusu tartışmaların cereyan ettiği zeminle bugün arasında benzerliklerin olduğu da nazardan dur edilmemelidir. Yazı konum bu olsa, bugünkü şartları merkeze alarak o tartışmalardaki argümanlara yeni ilaveler de yapabilirim. Ama iş hüküm verme kısmına gelince; kullanacağımız kavramlar yine aynı olacaktır.
Meramımın anlaşıldığı kanaatindeyim. Merhum Buti’den uzunca bir iktibasla yazımı bitireceğim. Dikkatlice okumanızı tavsiye ederim: “Tarihin akışına göre, Allah’ın kanunu dünyada şöyle cereyan etmiştir: Maneviyatı kuvveti olanlar, kazançlarını ve maddi güçlerini daha iyi korumuşlardır. Bir millet, ahlaki bakımdan zengin, inanç yönünden dürüst, sosyal prensipler bakımından sağlam ise, o milletin birbirine olan bağı daha sağlam, kalıcılığı daha köklü, her yönü daha güçlü olur. Bir millet de, ahlaki bakımdan fakir, inanç yönünden zayıf, sosyal düzen ve prensipler bakımından eğri ve çarpık ise o milletin maddi saltanatı çöküntüye, maddi kazançları da zevale doğru gidiyor demektir.
FELAKETE GİDİŞ
Bazen inanç konusunda bir milletin doğru yoldan uzaklaşmış, ahlaki ve sosyal seviyenin düşmüş olduğuna rastlamak mümkündür. Bununla birlikte o millet, maddi saltanatı ve gücü yönünden ayakta durmaktadır. Fakat o millet gerçekte korkunç bir felakete doğru yuvarlanmaktadır. Bu gidişin hareketini ve suratını duymamanın asıl sebebi, tarihin ve çağların uzunluğun karşısında, insan hayatının kısa oluşudur. Bu gibi hareketi ancak tarihin uyanık gözü görür, yanılan ve gafil olan insanın gözü değil.” (Fıkhu’s-Sire, 132-133) Merhum Buti’nin bu cümleleri bana bir ülkeyi çağrıştırdı. Eminim size de aynı çağrışımları yapmıştır. Neresi dersiniz burası?
2 Comments
Only registered users can comment.
Muhtesem.. HOCAM YUREGINE SAGLIK… insaallah Rabbim bana da hicret lutfeder…
Son paragrafın bana çağrıştırdığı ülke Amerika oldu