Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Allah yokmuş gibi yaşıyorlar
“Allah’a inanıyor musun?” “Haşa! O nasıl söz, elbette!” “İyi ama hiç yokmuş gibi yaşıyorsun? Davranışların Allah’a inandığını, O’nun emir ve yasakları istikametinde hayat sürdüğünü göstermiyor. Ahiret, hesap-mizan, cennet-cehennem inanç ve kaygıların sanki yok. Var mı? Olsaydı…”
Hayal dünyamda canlandırdığım bir konuşma bu. Allah’a inandığını söylediği halde devletin meşru şiddet kullanma gücünü de arkasına alan nice zalimlerle yapabileceğiniz bir konuşma. Çoklarının zihni bulanık. Nasıl olur diyorlar? Bu kadar da savrulma yaşanır mı diye ilave ediyorlar. Söylemiştim, yazmıştım, konuşmuştum demek doğru değil ama perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu için bugünlerin geleceğini gerçekten söylemiştim, yazmıştım ve konuşmuştum. Savrulmanın böylesi dedim; dinin içini boşaltma ana fikri üzerine kurulu onlarca yazı kaleme aldım. “Yakın gelecekte kâfir derlerse şaşırmam.” dedim. Ve “Eğer fırsat bulurlarsa vicdanlarında zerre kadar kıpırdama olmadan ‘devletin bekası’ yalanlarının arkasına sığınarak kendi menfaatlerini ve statülerini korumak için muhalif gördüklerini öldürmeye kadar işi uzatabilirler.” cümlesi de benim. “Siyasetin ahlakı!” demişti birisi buna verdiği röportajda. Hayır, siyasetin ne ahlakı, ne fıtratı ne de tabiatı. Aksine siyasetin ahlaksızlığı, siyasetsizliğin fıtratı ve tabiatı bu yapılanlar.
Ya Allah inancı?..
Başa dönelim ve soralım: Ya Allah inancı? Bunun cevabını akademik manada ateizm, deizm, teizm kavramları etrafında derin ve köklü tartışmalar yaparak verebileceğimiz gibi, hiç buna girmeden Kur’an’ın ifadesiyle “Heva ve heveslerini Rab edinip” dini değerleri hiçbir sınırlamaya tabi tutmaksızın kendi menfaatlerine alet edenler diyerek de verebiliriz. Yazık ve yazık olduğu kadar da gerçek olan şu ki, söz konusu durum, bütün inançlar ve ideolojiler için geçerli. Yapılan zulümlerin buluştukları ortak payda bize bunu gösteriyor.
Daha açık bir ifadeyle şunu diyebilirim; söz konusu menfaat olunca dinin hiçbir emir ve yasağı ilgili kişi ve kişilerin düşünce ve davranışlarına etki etmiyor; belirleyici bir rol oynamıyor ve Allah’a inansalar da Allah yokmuş gibi yaşıyorlar. Bir fıkrada söylendiği gibi “Allah yok diyecek ama dili varmıyor.” pozisyonunda tavır alıyorlar.
İtham mı? İftira mı? Yalan mı? Hayır! Hiçbiri değil. Algılardan değil olgulardan hareketle varılan bir sonuç bu. Kutsalı kilise içine hapseden bir anlayışın İslam topraklarında hortlaması. Yaratmış olduğu insanı yönlendiren Allah’ın emir ve yasaklarının cami duvarları içine hapsedilmesi, hatta camiden de sürülmesi. Protestan İslam’ı dedikleri şey bu olsa gerek! Siyasetin tabiatı, fıtratı, ahlakı derken belki de bunu kastediyorlar. İyi de hangi siyaset? Efendimiz’in (sas) devlet başkanı olarak uyguladığı siyaset mi? Yoksa Emevilerden günümüze uzanan zalim hükümdarların tatbik ettiği siyaset mi? İnsan hak ve özgürlüklerini merkeze alan çoğulcu siyaset mi, yoksa onları hiçe sayan, ben ne dersem o olur zihniyetindeki bir siyaset mi? Sahi ‘İslamcılık’ veya ‘Devletin İslamileştirilmesi’ ne demekti?
Vedat Bilgiç Bey’in Müşfik Diktatör adlı kitabında okudum. Psikolojide Tanrı sendromu diyorlarmış buna. Hubris/Kibir sendromu da denilen bir hastalık bu. Nemrut’un Hz. İbrahim’e dediği gibi “İstediğimi yaşatır, istediğimi öldürürüm” örneği ile açıklanan, “Kuralları sadece ben koyarım.” deme. Bunu ispat için de iki köle getirip birini öldürtme diğerini yaşatma. Vedat Bey’e göre bu tip kişiler ve sistemler “Koyduğum kurallar benden başka herkesi bağlar.” inancı içindeymiş. Halbuki Allah bile istisnalar tabii ki hariç, şeriat-ı kevniyye dediğimiz çerçevede yer alan ve bizatihi Kendisinin koyduğu kurallara uyuyor. Bu zaviyeden bakarsanız Tanrı sendromunu da aşan bir şey var burada. Gerçeklik bütünüyle kaybedilmiş. Kendi zihinlerinde inşa ettikleri sanal bir dünyada yaşıyorlar. Bir gün gelir uyanırlar ama ne zaman? O gün gelinceye kadar da eğriye eğri doğruya doğru diyenlere çekmek düşüyor anlaşılan.
Pekala buna destek verenler? Gönüllü bir şekilde süreçte kendine yer arayanlar, bulanlar ve o yeri sağlamlaştırmak için kraldan fazla kralcılık yapanlar! İzahı çok basit. Yalnız tek bir sebeple açıklanamayacağı için uzun sürer. Sadece bir perspektiften bakalım. Önce kısa bir değerlendirme; sabahtan akşama olacak bir şey değil bu. Kaldırım taşlarının yavaş yavaş döşenmesi lazım bu sonucu elde etmek için. Silah olarak kullanacağın hukuk ve propaganda gücü olan medya başta olmak üzere kullanacağın araçları çok iyi bir şekilde tahkim edeceksin. “Ben ne dersem o olur.” anlayışını burada test edeceksin. Ardından uygun bir hedef kitlesi seçeceksin. Sonra medya ile onların toplum nezdinde var olan itibarını yok etme ameliyesine başlayacaksın. Söylemlerinle, ortaya koyacağın delillerle onları ötekileştirecek, düşmanlaştıracak ve şeytanlaştıracaksın. Delil yoksa, nasıl olsa Allah yokmuş gibi yaşadığın için problemin olmayacak. Onun için “Benim partim benim kilisemdir” diyen Goebbels taktiklerini uygulayarak büyük büyük yalanları ve iftiraları atacak, onları sürekli dolaşımda tutacaksın. Bir gün gelecek kamuoyu ortaya atılan bütün bu yalanlara ve iftiralara inanacak. Seninle aynı istikamette düşünecek. Bundan sonra senin önünde duran bir engel kalmayacak. İstediğin her şeyi yapacaksın ve kamuoyundan zerre kadar ses ve seda çıkmayacak. Çünkü onlar şeytan, düşman, hain!! Bunca zulümlere neden ses-soluk çıkmıyor diyenlere duyurulur.
Hakikat tekelciliğinin manası yok
Bir tespit de muhalif kavramı ile alâkalı. İçi boşalan kavramlardan biri de bu. Muhalefetin tam karşılığı aslında eleştirel yaklaşımdır. Mesela, ortaya konan bir projeyi gerekçe ve alternatif öneriyle birlikte bütünüyle reddetmekten, bazı yerlerinde değiştirmeler yapmaya kadar uzanan karşıt düşüncelere muhalefet deniyor. Hayır, bunun adı eleştirel yaklaşımdır; tenkidi düşüncedir ve eleştiri yıkıcı değil yapıcıdır. Sahip olunan bilgi, tecrübe ve ufka bağlı olarak kendine göre daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu yakalama adına bir tekliftir. Hakikat tekelciliğine gitmenin manası yok. Bunun bedeli çok ağır olur ve bu bedeli tarihin de şehadetiyle sabittir ki muhalifiyle-taraftar olanıyla herkes ödemiştir, öder, ödüyor ve ödeyecektir.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment