Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
5 milyon fetva
Sabık Mısır müftüsü Ali Cuma’nın bir Batı televizyonuna verdiği beyanatı izledim geçenlerde. Fetva hakkında konuşuyordu.
Söylediği rakam dikkatimi çekti. Dedi ki konuşmasının bir yerinde: “İslam dünyasında yılda 5 milyona yakın fetva veriliyor.” Çok ilginç. Bu rakamı nasip tespit ettiler bilmiyorum; doğruluğu-yanlışlığı hakkında bir şey söyleyemem. Fakat halk tabiriyle “fetvanın ayağa düştüğü” bir dönemi yaşadığımız kesin. Yıllar önce bir televizyon reklamından hatırımda kalan cümleyle ifade edeyim; “Ağzı olan konuşuyor.” İslam adına sahip olduğumuz değerlerimizin birçoğunu aşındırdığımız gibi fetvayı da aşındırdık maalesef. Aşındırmak mevcudu tanımlamak için yeterli bir kelime değil; belki tükettik demeliyiz.
Fetva herkesin bilmediği gibi… Aslında sözün akışı içinde herkesin bildiği gibi demeliydim; halbuki ilk paragrafta arza çalıştığım manzara herkesin bilmediği gibi demeyi gerektiriyor. Eğer fetvanın ne olduğunu, hangi durumda, kimler, hangi usullere uyarak fetva verir sorularının cevaplarını herkes bilseydi, ne yılda 5 milyon fetva ile fetva enflasyonu yaşardık ne de bunun tabii sonucu olarak fetva kavramını tüketirdik.
İçler acısı bu durum bana şunu düşündürüyor; diyorum ki acaba bizler Efendimiz’in (sas) asırlar önce haber verdiği şu günleri mi yaşıyoruz? Buhari ve Müslim’de yerini alan Amr b. As hadisinden bahsediyorum. Şöyle buyuruyor Allah Resulü (sas) o hadislerinde: “Allah ilmi insanların zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulemayı kabzetmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın kendi reyleriyle fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalalete atarlar.”
Halbuki her ilim dalında olduğu gibi fetvanın söz konusu olduğu fıkıh ilminde de konu ile alakalı birçok düzenleme vardır. Bunların başında hiç şüphesiz fetvanın ehlinden sadır olması gelir. Ahmed b. Hanbel beş vasıf saymıştır fetva ehliyeti için. İyi niyet sahibi olmak ve yalnız Allah rızasını gözetmek; ilim, hilm, vakar ve ciddiyet sahibi olmak; kendisinden ve bilgisinden emin olmak; halk nezdinde ilmi otorite ve itibar sahibi olmak; fert ve toplum olarak insanları tanımak. Bugünkü dünyamızda mezkur şartlara ilaveler de yapılabilir.
Buradan hareketle şunu demek sanırım yanlış olmaz; İslami ilimlerde ve fetva vereceği sahalarda yeterli bilgi ve tecrübe düzeyine ulaşmayan kişi fetva ehliyetine sahip olmayıp fetva vermesi caiz değildir, yanlıştır, hatadır, günahtır ve din adına cinayettir. Böylesi bir ortamın kazananı yoktur. Herkes ve her şey kaybeder. Fetva veren de, fetvayı soran da, fetvaya göre edilen amelden etkilenecek kişi ve toplum da ve en önemlisi din kaybeder. Din adına cinayet derken kastettiğim de budur.
Uzağa gitmeye gerek yok; intihar saldırıları düzenleyen bombacıları düşünün. Onların internet ortamlarında rahatlıkla ulaşabileceğiniz konuşmalarına bakın. “Bir çürük ipe dizdikleri hülyalar” için kendi hayatlarına yazık ettikleri yetmiyormuş gibi, yüzlerce-binlerce masum insanın ölümüne sebebiyet veriyorlar. Açıkça; kasten cinayet işliyorlar, katil oluyorlar ve bunu din adına hadiste ifade edildiği gibi hiçbir ilmi delile dayanmayan şahsi görüşleri ile konuşan insanların sözde fetvalarına dayandırıyorlar. Nitekim seyrettiğim o programda tabir caizse Ali Cuma’yı sorgular tarzda sorulan sorular da hep intihar saldırıları ile alakalı verilen sözde fetvalar üzerineydi.
Fetva, ibadetler başta olmak üzere hem din hem de dünyevî alana ait meselelerde söylenen kanaatlerdir. Taalluk alanı itibariyle de şahsidir. Mahkemelerde hakimlerin verdiği hükümler gibi geneli bağlayıcı özellikleri taşımaz. Fetva veren şahıs, cevap verdiği konuya göre, ister şahsi içtihadı ile isterse konuya mutabakat sağladığından dolayı eski içtihatlardan bir tanesini tercih edip görüş bildirebilir. Bu iki zaviyeden bakınca müftüde aranan şartlar müçtehit ve hakimde aranan şartlarla aynıdır. Bu durumu ifade sadedinde kestirmeden “Müftü, müçtehit ve kadı olmalıdır.” denir kitaplarımızda.
Gördüğünüz gibi hangi konuyu ele alırsak alalım; Müslümanlar olarak tel tel dökülen hâl-i pür melâlimiz açığa çıkıyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment