İklim değişikliğinin sosyal maliyeti artıyor

İklim değişikliğinin sosyal maliyeti artıyor

İklim değişikliği uzmanları Ethnic Media Service’i brifinginde, iklim değişikliğinin dünya genelinde sıcaklıkları ve hava koşullarını değiştirdiği gibi hayatlarımızı da sosyal, politik ve ruhsal olarak değiştirdiğini paylaştı. Uzmanlara göre sıcaklık çok hızlı bir şekilde artarken, insanların bu konudaki duyarlılığının hala beklenen seviyede olmadığı yönünde… İklim değişikliğinin insanlarının sağlığı ve bununla birlikte getireceği maliyetin büyüklüğüne dikkat çekiliyor…

Denver, Colorado merkezli İklim Etki Laboratuarı’nın Yardımcı Direktörü Hannah Hess, emisyonları düşürmenin maddi maliyetinin, “politika yapıcıların kaynakları, uygun fiyatlı konutları genişletmek veya eğitim sistemlerimize yatırım yapmak gibi çok önemsediğimiz diğer hedeflerden saptırmasını gerektiren” bir sosyal maliyete yol açtığını belirtti.

Genel olarak yapılması gerekenin, “araçların egzoz borusu emisyonları gibi politikalara getirilecek yeni sınırlamaların topluma sağlayacağı faydayı tahmin etmek ve bunları, örneğin otomobil endüstrisine maliyeti ve bu yeni kuralı uygulamanın maliyeti ile karşılaştırmak” olduğunu söyledi.

Bununla birlikte, azaltılmayan emisyonların sosyal maliyeti uzun vadede daha büyüktür ve İklim Etki Laboratuvarı’nın 2099 yılına kadar dünya çapında GSYİH ile ilişkili olarak iklimle ilgili ölüm tahminleri, en ciddi maliyetlerin sağlık üzerindeki maliyetler olduğunu göstermektedir.

Örneğin, ölüm maliyetlerinin 2039 yılına kadar Kaliforniya’nın GSYİH’sinin %1’ini oluşturması beklenirken, yüksek emisyonların 2099 yılına kadar devam etmesi halinde bu rakamın eyaletin bazı bölgelerinde en az %5’e ulaşması beklenmektedir.

Bir başka örnek olarak Hess, Orlando, Florida’nın ısı projeksiyonlarını ele almıştır: Hess, “1986’dan 2005’e kadar, şehir 95 Fahrenheit derecenin üzerinde sıcaklıkların görüldüğü yaklaşık üç hafta yaşadı” dedi. “Yüzyılın ortalarına gelindiğinde, bu 55 gün, yani neredeyse iki ay aşırı sıcak olacak gibi görünüyor. Bu sıcaklıklar solunum rahatsızlıklarını, kardiyovasküler rahatsızlıkları daha da kötüleştiriyor ve ilaçlarla etkileşime girebiliyor.”
Sonuç olarak, Orlando’da artan sıcaklıklar, iklim değişikliğinin olmadığı gelecekteki bir dünyaya kıyasla “her 100.000 kişide 19 ölüm oranının artmasına neden oldu. Bağlam açısından bu, bugün ABD’de 100.000’de 14 ölüm oranına sahip olan araba kazalarından daha ölümcüldür.”

İklim değişikliğini manevi açıdan anlamak lazım…

UCLA Çevre ve Sürdürülebilirlik Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olarak görev yapan Jon Christensen, iklim değişikliği çevremizi değiştirirken, bizim de bu değişime bakış açımızı ve kendimizi bu değişimle bağlantılı olarak anlama biçimimizi değiştirdiğimizi söyledi.

“İnsanların doğal felaketler hakkındaki düşünceleri zaman içinde değişebiliyor” diyerek Kara Ölüm’ü örnek verdi: “Hıyarcıklı veba 14. yüzyılda Avrupa’da 25 milyon insanı öldürdüğünde, birçok kişi tarafından öfkeli bir Tanrı’nın adil bir cezası olarak görüldü. İklim değişikliği ve etkileri de giderek artan bir şekilde doğal felaketler olarak değil, günahlarımızın doğa tarafından cezalandırılması olarak görülüyor.”

Christensen, iklim değişikliği kavramının “sadece bu ifadenin etiketlediği fiziksel süreçlerle ilgili olmadığını, aynı zamanda diğer kavramlar gibi kendi anlatılarımız ve değerlerimiz, dünya ve kendimiz hakkında anlattığımız ve kimliklerimizi oluşturan hikayeler tarafından belirlendiğini” söyledi.

Kaliforniya’nın eski valisi Jerry Brown’un “insanların toplumlarında ve yaşamlarında görebildikleri ve hissedebildikleri şeyler olarak sürekli kuraklığa işaret ettiğini” aktardı. Bu hikayelerden yola çıkarak insanlardan harekete geçmelerini, kentsel suyu %20 oranında tasarruf etmelerini istedi ve onlar da bunu yaptı. Ben buna Kaliforniya tarzı diyorum: Kıyamet ihtimaliyle birlikte güneşli.”

Bir kişinin iklim politikası konusundaki tutumunun genel olarak siyasi kimliği açısından Amerika’ya özgü merkeziyetçiliğine dikkat çekerek, iklim değişikliğine inananlar ve inanmayanlar arasındaki kutuplaşmanın büyük bir kısmının, tütün endüstrisinin yöntemlerini örnek alan fosil yakıt şirketlerinin halkla ilişkiler kampanyaları tarafından kasıtlı olarak yaratılan bir şüpheye borçlu olduğunu söyledi.

Siyasi kutuplaşma

UCLA Luskin İnovasyon Merkezi Fakülte Direktörü Megan Mullin bu kutuplaşmayı detaylandırırken şunları söyledi: “Bölünme, ABD’deki iklim değişikliği siyasetinin en önemli özelliğidir. Partizan çizgiler arasında derin bir kutuplaşma olan bir ülkede, Demokratları Cumhuriyetçilerden iklim değişikliği kadar ayıran başka bir konu yoktur ve iklim üzerindeki etkiler arttıkça bu uçurum da artmaktadır.”

Bununla birlikte, bu uçurumun sonuçlarının değişmekte olduğunu söyledi: Artık partizan bölünme, çoğunluk koalisyonu olasılığının büyük ölçüde tartışmalı olduğu ve “Demokrat başkanların görevdeyken attıkları adımların Cumhuriyetçi halefleri tarafından tersine çevrildiği” on yıllardır olduğu gibi siyasi tıkanıklık anlamına gelmiyor.
Bu değişimin bir nedeni, Demokratlar arasında iklim eylemine yönelik daha uyumlu bir desteğin olması ve bunun da mavi eyaletlerin daha cesur politikalar izlemesine yol açmasıdır.

Mullin’e göre federal düzeydeki güncel örnekler arasında Enflasyon Azaltma Yasası ve “aşırı sıcaklar, deniz seviyesindeki yükselmeler, kuraklık ve seller açısından etkilerinin … iklim azaltımına yapılan tarihi düzeydeki yatırımlar” yer alıyor.

Mullin, ABD’deki operasyonel temiz enerji kapasitesinin %38’inin Iowa, Kansas, Oklahoma ve Teksas’ta olması nedeniyle temiz enerji genişlemesinin geleceğinin Cumhuriyetçi eyaletlerde olabileceğini de sözlerine ekledi.

Bu arada Cumhuriyetçilerin kendileri de iklim değişikliğinin öngörülen etkilerinden Demokratlardan daha fazla risk altındadır. Bu nedenle, Florida Valisi Ron DeSantis gibi iklim değişikliğini yüksek sesle reddeden Cumhuriyetçi liderler bile sel baskınlarını önlemek için sulak alanlara ve temiz suya tarihi yatırımlar yapıyor.

Mullin ayrıca, hem partiler arasında hem de Cumhuriyetçi partinin kendi içinde daha güçlü iklim politikalarına destek ve karşıtlık arasındaki partizanlığın, siyasi farklılıklardan ziyade giderek daha fazla kuşak meselesi haline geldiğini, siyasi yelpazedeki genç Amerikalıların iklim değişikliğini ele almaya ilgi duyma olasılığının eski kuşaklara göre daha yüksek olduğunu söyledi.

İklim değişikliği hakkında konuşmak

New York’taki İklim Müzesi’nde Kıdemli Sergiler Sorumlusu olan Anais Reyes, Amerika’nın iklim politikasına sosyal hatlar üzerinden verdiği desteğe ilişkin temel bir görüş paylaştı.

Yale ve George Mason Üniversitesi’nin 2020 yılında yaptığı bir araştırmaya atıfta bulunan Reyes, Amerikalıların %66’sının iklim değişikliği konusunda endişeli olduğunu, ancak sadece beşte birinin bu konuda düzenli olarak konuşulduğunu duyduğunu ve bunun da “araştırmacıların ‘sessizlik sarmalı’ olarak adlandırdığı bir durum yarattığını” söyledi. Bu da eylemsizliği besleyen bir geri besleme döngüsü yaratıyor. Amerikalıların üçte ikisi hükümetin iklim değişikliği konusunda çok az şey yaptığını söylüyor, ancak biz bunun bir çoğunluk olmadığını düşünüyoruz.”

Reyes, “İklim değişikliği söz konusu olduğunda bu yanlış sosyal gerçeklik, her ölçekte çözümler hakkında konuşmamızı engelliyor” dedi. “Sanatı, bu konuşmayı teşvik etmek, insanları bu eyleme bağlamak, umutsuzluktan uzaklaşıp motivasyon ve eylemliliğe yönelmek için bir giriş noktası olarak kullanıyoruz.”

Reyes, Müzenin sessizlik sarmalını nasıl çürüttüğüne dair yakın tarihli bir örnek olarak görsel sanatçı David Opdyke’ın Ekim 2022’den Nisan 2023’e kadar sürecek sergisi “Someday, all this “de yer alan interaktif bir çıkartma duvarını gösterdi: “Her bir çıkartma, oy vermek veya arkadaşlarla iklim eylemi hakkında konuşmak gibi farklı bir eylemle etiketlendi ve insanlar en çok yankı uyandıranları yazıp bir duvara yapıştırdı. Sonunda, duvardan müzenin diğer bölümlerine taşan binlerce çıkartmamız oldu ve herkesin iklim eylemine olan bireysel bağlılığının nasıl kolektif, çoğalan bir etkisi olduğunu görebiliyordunuz.”