Nihal Koç - Eğitim Üzerine Ortaya Karışık

“Bir insanın anavatanı çocukluğudur” demiş Epictetus.

Çocukluğum Karaman’da geçti. Mü’mine Hatunun, Yunus Emre’nin, Taptuk Emre’nin, Şeyh Edebali’nin memleketi bu şehir, son zamanlarda çocuk istismarı haberleriyle gündeme oturdu. Ben de hayalen çocukluğuma, Karaman’a taşındım durdum haliyle. Dolayısıyla, kendimden fazlaca bahsettiğim icin, değerli okuyuculardan af diler, yazıyı da anavatanı tarumar olmuş çocuklara ithaf ederim.

Çocukluğuma ait bir karakterdi Ahmet Hoca. Seksen yaşlarında, göbekli, tonton biriydi. Bembeyaz bir tutam sakalını ve şişe dibi gözlüklerini çok iyi hatırlıyorum. Kendisi bila-veled idi. Ama mahallenin bütün çocuklarına -annemler dahil- bir kaç nesil boyu Kuran’ı hep o öğretmiş, sıra abimle bana gelmişti. “Hoca gözünü yummadan” diye aceleyle elimizden tutup kapısına bıraktığında, “Eti senin, kemiği benim” dediğini hatırlıyorum annemin.

Ahmet Hoca’dan Kuran öğrenme maceram tam bir hafta sürdü. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur derler ya. Karşı cinsle kendimi aynı kefeye koymamam gerektiğini o zaman da bilememişim demek ki! Abime sayfa sayfa, bana satır satır öğretince soğudum. Bir sabah yataktan kalkmak istemedim. Babam, “Nasıl istersen!” demiş ve karar vermenin tüm ağırlığını ufacık omuzlarıma bırakmıştı.

Tepkisizliği ve kararıma saygılı duruşu içime dert olmuştu. Öte yandan, annemin beni ikna etmek için bağıra çağıra ileri sürdüğü, “Abin senden üç yaş büyük. Hem o erkek!” argümanları bende hiç tesir etmedi.  “Zaten okuduğum şeyleri anlamıyorum ki!” diye söylendiğim dün gibi aklımda. Yıllar sonra Amerika’daki arkadaşlarımdan çokça duyacağım, “Anlamını bilmediğiniz bir dili sadece okumayı mı öğreniyorsunuz?” sorusunu ta o zaman kendi kendime sormuşum meğerse.

Babam bir gün elinde “merakımı mucib” ufak bir sandıkla belirdi. Halinden, dünyanın en önemli şeyini elinde tutuyor sanırdınız. O minicik sandığın içinde ciddiyetle bir kitap aradı. Üzerinde Hacivat ile Karagöz resmi olan, baştan sona Osmanlıca bir kitabı da sevinçle bulmuş gibi yaptı.

Ne kadar küçüksem artık, ben babamın kucağına, kitap da benim kucağıma oturdu ve başladık. Bir şey öğreniyor değil de, bulmaca çözüyor moduna geçmem çok sürmedi. Harekeleri olmayan Arapça harfleri birbirine tutturarak ve sadece tahmin ederek okumak çok zevkliydi. Belki de okuduğum fıkralara babamın kahkahalarla gülüyor olmasıydı beni teşvik eden tek şey ya da, “benden öğrendiği” fıkraları, kalabalık ortamlarda anlatmasıydı.

Öğrenmek o kadar zahmetsiz olunca, yıllarca hep “Kendi kendime öğrendim” deyip durduğum Osmanlıca okumasını, aslında babam en stratejik yaklaşımıyla maharetle öğretmiş. Arkasından Kuran’ı hatmetmek hiç de zor olmamıştı.

Arkadaşlıklarına hep bir vefa duygusuyla sahip çıkan annem için, Fadime ablanın apayrı bir yeri vardı ailemizde. En ihtiyaçlı anımızda, “Ev sizin!” diyerek kiralık evinin anahtarını bize teslim ettiğini söyler, “Nasıl unuturum bu iyiliğini?” diye de sorardı her seferinde.

Hiç evlenmemişti, ama yağmur gibi taliplerini hep kendi reddettiği için kimse evde kalmış nazarıyla bakmazdı ona. Annesi Emine teyze ile yaşadığı için, hemen her Cuma ziyaretine giderdik, çok sevap olduğunu umarak. Aslına bakılırsa, Emine teyzeyi ben ziyaret ederdim, annemler başka bir odada otururlarken. Yattığı yer yatağından doğrulmak için bir kaç yastık daha koydururdu sırtına.

Beni duyamadığını iddia eder, yatağının kenarına oturmamı isterdi hep. Oysa ben hiç konuşmazdım zaten. Hz. Yunuz’un (AS) balığın karnından çıkmasını masal tadında ondan dinlemiştim ilk. Çok sonraları anladım aslında bana birinci lem’ayı anlattığını.

Sabah ve akşam namazlarından sonra yedi kez “Allahumme ecirna minennar”, sonra da bir kez “yedhulune cennete meal ebrar” dememi salık vererek, tesbihatın tohumlarını hayatıma ilk atan da o olmuştu. Vefat etmesi durumunda kendisine Fatiha okumamı hatırlattığında veya “Fadime size emanet!” dediğinde konuşmasının bittiğini anlardım. O bir iç huzuruyla uykuya, ben de yanımda getirdiğim bir kitaba dalar giderdik.

Emine teyze vefat ettikten sonra da ziyaretlerimize devam ettik. Onun yokluğunda artık zaman eskisi kadar çabuk geçmiyordu. Çok iyi hatırlıyorum bir gün çiçek saksılarının altına serilmiş eski gazete parçalarına varıncaya dek okumuştum da eve gitme vakti gelmemişti bir türlü.

Mutfakta semizotulu gözleme yapan Fadime ablanın yanına gidip biraz da orada oyalanırken, gözüme kartvizit ebadında ince bir kağıt ilişti. Elektrik prizine itina ile sokuşturulmuştu. Üzerinde Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Sadece Kuran harflerine hürmeten oraya asılmış olmalıydı. “Annem hacca gidip geldiğinde valizinden çıktı o yazı. Onu oraya astığımdan beri bu evden hiç bereket eksik olmadı” dediğinde artık kağıtta ne yazdığını söylemeye karar vermiştim.

Kahkahalar atarak ellerini çırptığı, yıllarca hürmet gösterdiği halde, “Büyü bozuldu artık” diye alıp yırttığı kağıdın üzerinde şunlar yazıyordu:  “Nefis Bağdat Hurması”

Bizim zamanımızda anlamadığımız bir dili okumaya çalışıyorduk. Şimdilerde Amerika’da yetişen çocuklarımız da okuyamadıkları Türkçeyi yarım yamalak anlıyor olmakla yetinecekler galiba! Nesil, eskisi gibi yirmi yılda bir değil, on yılda bir yenileniyor. Babaların, dillerine bedel konuşan zümrüt yeşili gözleri yok artık! Kucakları da sihirli değil sanki. Güvenip çocuk teslim edilen Ahmet Hocalar hep gözlerini yumdular. Bir harf öğreteni kırk yıl kölemiz yapma derdindeyiz.

Cuma ritüelinin içinde var mı yaşlı ziyaretleri ben bilmiyorum. Ahir zamanda dinine tâbi olunası Emine Teyzeler hep birer melek oldular. Hoş, çocuklar da artık sadece kendi yaşıtlarıyla takılıyorlar.  Hal böyle olunca, büyük çaplı bir eğitim seferberliğine ihtiyaç var. Adını ister “okul sonrası”, ister “okul öncesi” koyalım, eğitim adına her kıpırtı kutsal, özenilesi ve öncelikli. Ne mutlu parçası olabilen öğretmenlere, eğitmenlere, babalara ve annelere!

Write a comment

3 Comments

  1. meliha March 29, 19:46

    SLM NİHALCİĞİM BAYILDIM YAZINA DEVAMINI BEKLERİMM CANIMM NASISINIZ .ÖPÜLDÜNÜZ KOCAMAN

    • Nihal March 30, 11:43

      Melihacim ne mutlu bana! tesekkur ederim. Annemle babam gozunde canlandi mi? Opuyorum ben de!

  2. Hansa inci March 30, 01:14

    Bu yazi inanilmaz derecede cocukluguma goturdu beni. Sorgulama da yaptirdi. Yazan ellere saglik. Duygu dolu anlar yasadim sayenizde nihal Hanim

Only registered users can comment.