Nihal Koç
Eski Yazıları
Nihal Koç - Ya O’nu Tanımasaydım?
Yedinci sınıftaki oğlum Cuma günleri daha mutlu olurdu oysa. Problemlerin hiç üzerinde durmaz, varsa bile bunlar bir süre sonra kendiliğinden çözülüverirdi. Belki o da hemcinsleri gibi her şeyin her zaman yolunda gittiğine inanıyordu.
Bu yüzden olsa gerek, “Nasıldı?” sorusuna, “İyi, güzel” gibi pozitif bir cevap vermekle yetinirdi.
Ama bu Cuma öyle olmadı. Okuldan almaya gittiğimde, aceleyle ön koltuğa oturdu. Kapıyı hızlıca kapadığında, gözlerinde birikmiş yaşlar da boncuk boncuk yanağına süzüldü. Neden bu kadar bunalmışsa artık, bir an önce uzaklaşmak istiyordu belli ki. Araba hız kazandıkça o da konuşmaya başladı: “Ölünce hepsi anlayacak benim terörist olmadığımı!” deyiverdi.
“Bu çocuğun aklından neler geçiyor Allahım?” derken kendimi kontrol etmesem tepkim çok abartılı olabilirdi. Anlaşılan “bullied” olmuştu yine. Çocuğumdan önce kendimi rehabilite etmem gereken anlardan birisiydi. Gerisin geriye okula dönmek, müdürün kapısına dayanmak, “Ne hakkı var insanların bu zulmü yapmaya?” diye bağırıp çağırmak ilk aklıma gelen şeylerdi. Ama öyle yapmadım. Hem kendimi sakinleştirmek, hem de konuşmasına fırsat vermek için “Nasıl yani?” demekle yetindim.
“Orada cehenneme gitmediğimi görecekler ve terörist olmadığımı anlayacaklar” dediğinde başımı çevirdim ve göz göze geldik. Benim gibi yarı yaşını Amerika’da geçirince insan, “iki dünyalı” oluyor. Bazı olaylar karşısında hem Türk hem Amerikalı gibi tepki verebiliyorsunuz.
Amerikan kültür kodunda ölümden çok bahsedilmez. Mezarlıklar şehrin uzak yerlerindedir. Ölüme yaklaşmış yaşlılar bile artık toplu halde gözden ırak bir yerlerde yaşarlar. Hele de çocukların ölümden bahsetmesi tek başına depresyon alametidir. “Şimdi sırası değil ama bir ara muhakkak oğluma tenbihleyeyim, ölümden bahis açmasın sağda solda” dediğim aynı anda, “Ahiret inancı yerleşmiş en azından. Değilse ufacık haliyle nasıl başederdi bu dertlerle?” diye de düşünebiliyordum.
O da bu çifte standardın farkında demek ki “Seksen yaşına dek bekleyebilirim bunun olması için. Hemen ölmek istemiyorum çünkü” diye cevap verdi.
Olaylar az çok tahmin ettiğim gibiydi. Yine bir yedek öğretmen gelmiş ve yoklamada ilk ismini okumuş. Sonra sınıftan birisi “Muhammed terörist ismi” diye alay ederek bağırmış. Oğlum da “Muhammed terörist değildi. Ben de değilim!” diye düzeltmiş. Aynen ölümün önü/arkası nasıl karanlıksa, Hz. Muhammed’in nurlu çehresi de kirli bu kültürde. Sadece adı Muhammed, Ahmed, Mehmet, Mahmud olan çocuklar aynı kaderi paylaşmıyorlar şimdilerde.
Başörtüsü başından çekilen, tartaklanan kapalı kızlar, bomba inşa ettiğine inanıldığı için polis çağrılıp, derdest edilen Müslüman öğrenciler, Hazreti Muhammed’in (SAV) ümmeti olmanın bütün ağırlığını omuzlarında taşıyorlar sanki.
Bu devirde Müslüman çocukların karşılaştığı bu problem, bir canavar kesilmiş karşımda duruyordu adeta. Mehmet Akif’in “Asım’ın nesli”, Bediüzzamanin “Ey mezar-i müteharrik bedbahtlar! Çekiliniz ki bir nesl-i cedid gelsin!” diyerek asırlar öncesinden hitap ettiği, yetmişli yılların konferanslarda bahsedilen “Altın Nesil” belki bize bir nefes kadar yakınlar işte!
Ancak tesehhüd miktarı kadar derdini dinlediğim oğlum, eve geldiğimizde gözlerindeki yaşı erkeksi bir edayla koluna silerken, benim gözlerim dolmaya basladı. “Ben bu çocuğun derdine nasıl derman olacağım?” dediğim anda, dermanım da onun ağzından dökülen şu kelimelerden geliverdi:
“Merak etme, ben iyiyim anne. Ya O’nu ben de tanımasaydım?”
2 Comments
Only registered users can comment.
aglatti beni melek yuzlum cumleler akarken ayaklarimin feride gitti sanki ben nasil karsilardim napardim kendi yavrumu oyle gorsem:( insallah hepsi hepsi onlarin iman kuvvetlerine vesile olur ve bu sanciyla altin nesle hasret biter
Masallah, iki kultur arasinda kalmadigi gibi Peygamberinide tanimis. Rabbim tum gurbet cocuklarimizin ayaklarini dini uzerinde sabit kadem eylesin..