Ahmet Kurucan
Eski Yazıları
- Yalan üzerine kurulu dünya yıkılmaya mahkumdur
- Hak ve batıl mezhep
- ‘Bugünden dünü okuyunca’
- İman, yanlışlık, farkındalık, yüzleşme, hesaplaşma ve helalleşme
- FG harfleri yeter mi?
- İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ve Diyanet
- Ahiret çok şenlikli olacak?
- Habili cemaat öldürmüş!
- İlahi adalet
- Yalan
- Daha eski yazılarını gör...
Neo Hariciye Neo Murcie ve zulmün teorisi
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 2016 yılı “İman zaafı ve İslam’ın gurbeti” başlığıyla yayınlanan ilk sohbetini dinlerken kafamda şimşekler çaktı.
Akşam eve geldiğimde yazılı metni önüme aldım okudum, bir daha okudum, altını çizerek bir daha okudum ve yazmaya karar verdim. Kafamda çakan şimşek Hocaefendi’nin kelamdan fıkha, hadisten tefsire, edebiyattan sosyoloji ve psikolojiye atlayarak gösterdiği engin ansiklopedik ilim dünyası değildi. Aslında çok önemli bir nokta bu. Enes Ergene’nin ilk defa dikkat çektiği, ardından Ali Bulaç’ın yazılarıyla vurguladığı ve “Osmanlı alim/ulema geleneğinin son temsilcilerinden” diyerek tarif ettikleri vasıf. Ergene’nin “Geleneğin Modern Çağa Tanıklığı” kitabını bu gözle okuyun, ne demek istediğim daha net anlaşılır.
Benim kafamda çakan şimşek bir manada kelam ilminin ilgi alanına giren iman-amel münasebeti üzerinde yaptığı değerlendirmelerdi. Bu değerlendirmeler beni İslam’ın erken dönemlerinde yapılan Murcie, Hariciye, Mutezile, Eş’ari, Maturidi, Cebriye diye ifade ettiğimiz itikadi mezheplerin oluşmasına vesile olan tartışmalara götürdü. Hocaefendi, irticali konuştuğu halde müthiş bir insicam içinde “millete hizmeti menfaate bağlayanların, haram yiyenlerin Müslümanlık iddialarına rağmen münafık olduklarını” açık bir şekilde beyan ettikten sonra Peygamber Efendimiz ve ashab tarafından temsil edilen Müslümanlığa atıfta bulunarak, “Müslümanlık diyorsak ve onların yolunda olduğumuzu iddia ediyorsak, hallerimizle hallerini mukayese edelim.
Zulme meşruiyet kazandıran teoriler
Halimiz onlarınkine uyuyorsa, hakikaten Müslümanız demektir; yoksa rica ediyorum, yalan söylemeyelim. Aksi halde yalan söylüyoruz, Müslümanlığa iftirada bulunuyoruz ve farkına varmadan onu tahrip ediyoruz demektir.” diyordu. Açıkça bahsettiği şey iman-amel münasebetiydi ve ilerleyen dakikalarda “taklidi imanın makbul olup olmayacağı” konusundaki kelâmî tartışmalara atıfta bulundu. 2010 Anayasa referandumuna kadar elde edilen kazanımların bu tarihten ve özellikle de 17-25 Aralık’tan sonra hoyratça harcanmasını şimdiye kadar yüzlerce yerli ve yabancı insanlar dile getirdi. İslamcılık iddialarından dolayı meseleye İslami perspektiften bakan ve yaşanan gerçeklikleri –devlet eliyle yapılan zulümleri kastediyorum- peygamberler ve İslam tarihindeki örneklerle izaha çalışanlar bu bağlamda ayrı bir yer tuttu. Ben de onlardan biriyim. Kur’an’da yer alan peygamber kıssaları ve onlardan hareketle yaptığımız yorumlar bir kenara, İslam tarihi ve zulüm dediğimizde meseleyi çoğunlukla Zahirilik ve Haricilik çizgisindeki benzetmelerle ele aldık. Haklıydık da. Bu teşbihin hâlâ doğru olduğuna inanıyorum. Çünkü dün Zahiri ve Harici zihniyetini temsil edenlerin yaptıkları ile bugün yapılanları mukayese ettiğinizde neredeyse birebir örtüşmeler söz konusu. Nitekim Neo-Harici vasfı, bunu kestirmeden ifade eden bir tanımlama.
Fakat itiraf edeyim, meselenin itikadi açıdan ne olduğu, nereye kadar uzadığı ve bizleri nerelere sürüklediği konusunda derin düşünceler içine hiç girmemiştim. Ta ki bu sohbeti dinlerken kafamda çakan şimşeklerin izini sürünceye kadar. Ne diyor Hocaefendi bu bağlamda? Yukarıda yaptığım alıntıların ötesinde bu hususa direkt temas eden ifadeleri aynen şöyle: “Şayet bir arpa ağırlığında haramı ağzına koyuyorsa, millete hizmet unvanı altında bir kısım çıkarları hedeflemişse, bir yönüyle hizmetini o türlü menfaatlere bağlamışsa ve bunlara rağmen ‘Ben Müslüman’ım!’ diyorsa, yeminle diyeyim bunu, o münafığın ta kendisidir.” “Çünkü Müslüman göründükleri ve ‘Onu ikâme edeceğiz, toplumun temel düşüncesi haline getireceğiz; herkes ona göre yaşayacak!’ dedikleri halde, şayet haram-helal tefrik etmiyorlarsa, gırtlaklarına kadar levsiyât içinde yaşıyorlarsa, bohemlikten sıyrılamıyorlarsa, fuhşiyâtı ‘mut’a nikâhı’ adı altında tecviz ediyorlarsa, hatta bazıları itibarıyla bunu Kur’an-ı Kerim’in tefsiri içine sokmaya çalışıyorlarsa, bunlar öyle korkunç tahribâttır ki, zannediyorum, kâfirler bu ölçüde bir tahribâtta bulunmamışlardır.”
İman-amel konusunda mezhepler ne diyor?
Herkesin bildiği ve her gün yeni ilave örnekleri ile gördüğü iman-amel, söz-eylem uyumsuzluğunu yansıtan bu değerlendirmelerin itikadi bağlamda oturduğu bir zemin var. Bu zemini yukarıda da ifade ettiğim gibi şahsen ben şu ana kadar gözden kaçırmışım. Gerçi ‘imanın yaptırım gücü yok’ ya da ‘nifak sıfatları’ diyerek bazı göndermelerde bulunmuştum ama hadisenin çok daha derin bir tetkike tabi tutulması gerektiğini bu sohbetle öğrendim.
Bu konuda İlhami Güler’in inanç-iman ayrımı bahsini ettiğim derin tetkikin ilk adımı olabilir. O bu ayrımı sanıyorum İngilizcedeki “faith” ve “believe” fiillerinden hareketle yapıyor ve amele götürmeyen imana, iman değil inanç diyor, amelle bütünleşen imana ise iman diyor. İşte tam da burada yazının başında bahsini ettiğim Murcie ve Mutezile ayrımına girebiliriz. Mutezile, inançlarını beş temel esası üzerine bina eder. Bunlardan birisi vaad ve va’id’dir. Manası amel imandan bir parçadır; dolayısıyla salih veya fasit amel işleyen mükafat ve cezasını görür. Murcie ise amel imandan bir parça değildir, üstelik iman eden insana, günah zarar vermez görüşünü benimsemiştir. Buna göre günah olan amelleri işlese bile inanan insan ahirette ceza almayacaktır. Bu son cümle bana nedense 2014 yılında günlerce kamuoyunu meşgul eden “Günah işleme özgürlüğü” tartışmalarını hatırlattı. Bu zaviyeden bakınca Neo-Harici benzetmesine bir de Neo-Murcie’yi ilave etmenin gerekliliğine inanıyorum. Çünkü zulüm pratiğini besleyen teori sanırım bu inançtır ve bu teorinin tarihte oturduğu zemin de Murcie’nin kabul ettiği akidededir. Aksi halde bunca zulmü vicdanlarında meşruiyetle buluşturmaları mümkün değildir. Mutezile ve Murcie neden böyle düşünmüştür; o günkü tarihi şartların bu düşüncelere katkısı nedir ayrı bir yazıda ele almak lazım.
Şimdilik bu kadarla iktifa ederek sözlerimizi şöyle bağlayalım; Neo-Harici veya Neo-Murcie illa eski kavramlarla konuşacağız diyenler için geçerli. İnancımı destekleyecek fiili durum da ortada. Ama ısrarla klasik takılacağız diyenler varsa, itikadi bağlamda mezkur zihniyeti uygulayan ve destekleyenlere verebileceğim sıfat itikatta Neo-Murcie, amelde Neo-Harici’dir vesselam.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment