Demokrasiye dönülebilir mi?

Referandum öncesi yazımın başlığı, “ikinci 1946 seçim faciasına dolu dizgin” idi!

“Türk siyasi tarihinin en şaibeli referandumuna gidiyoruz!” dedim. Maalesef haklı çıktım. Bütün sandık hileleri kullanıldı, yetmedi; YSK devreye girdi. Göz göre göre kanuna aykırı şekilde mühürsüz oylar geçerli sayıldı! 2.5 milyon mühürsüz oyla millet iradesi çalındı! Sadece Türkiye değil bütün dünya 16 Nisan gecesi oy hırsızlıklarını konuşuyor ve seçimlerin meşruiyetini tartışıyor! 

Bundan sonra demokrasiye dönülebilir mi? 

1946-1950 arası Demokrat Parti’nin izlediği yolla belki…

Demokratlar, 1946 seçim sonuçlarına şaibeli diye itiraz etti, sonuç alamadı. Ancak işin ucunu bırakmadı. İzmir ve Aydın’da mitingler düzenlendi. Ankara’nın gündeminden seçim hileleri hiç düşürülmedi. Milletvekilleri Meclis oturumlarına katılmayarak tepkilerini sürdürdü.

7 Ocak 1947’de Demokrat Parti kurultayı bir dönüm noktasıydı. Hürriyet Misakı adı verilen bir raporla, Anayasaya aykırı anti demokratik yasaların kaldırılması, yargı bağımsızlığı, seçim sisteminin yeniden düzenlenmesi, hükümetin, idarenin tarafsızlığının sağlanması, parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının birbirinden ayrılması gerektiği açıklandı. Demokratik bir yönetim için gerçekleşmesi gereken bu isteklerin karşılanmaması halinde ise sine-i millete dönüleceği deklare edildi. Nitekim DP, Nisan ayındaki ara seçimleri boykot etti ve seçimlere katılmadı. Recep Peker’in; İstiklal Mahkemeleri kanunu yürürlükte” tehdidi bir acz ifadesiydi.

İktidar ve muhalefet arasındaki gerginliğin artması üzerine cumhurbaşkanı İsmet İnöünü, ayrı ayrı Celal Bayar ve Recep Peker ile görüştü. İnönü, Pekerʼden çok partili sistemin sağlam temellere oturtulmasını sağlayacak düzenlemeler yapmasını istedi. Ancak CHP lideri, bu isteklere karşı çıktı.  

12 Temmuz’da (1947)  cumhurbaşkanı İnönü tarafından tarihi bir beyanname yayınlandı. İnönü, DP’nin talebi doğrultusunda kendisinin her iki partiye de eşit mesafede kalacağının altını çiziyor ve; “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır.” diyordu. Cumhurbaşkanı, Türkiyeʼnin yönünün çok partili demokrasi olduğunu, tek partili düzene bir daha dönüş olmayacağını açıkça ilan ediyordu. 

DP’nin etkili muhalefeti ve İnönü’nün açıklamasının ardından Başbakan Peker, Ağustos ayının sonunda istifa etmek zorunda kaldı. CHP, geri adım attı. Seçim kanunu görüşmek üzere Meclis’te bir komisyon kuruldu, uzun tartışmalardan sonra “gizli oy, açık tasnif’e geçilmesinde anlaşıldı! Seçimlere yargı güvencesi geldi. Adil ve yargı denetimindeki ilk seçimde ( 14 Mayıs 1950) milli irade tecelli etti. Beyaz Devrim, böyle gerçekleşti.

Ancak bugün şartlar daha ağır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, çok partili hayata geçme niyeti vardı. Bugün ise tek parti ve tek adam iktidarını ne pahasına olursa olsun koruma mecburiyetinde dikta heveslileri bulunuyor. Gezi’de çevre duyarlılığı için başlatılan eylemleri nasıl provake edip, marjinal guruplarla işi rayından çıkardılarsa aynı yöntemleri sandığa sahip çıkma eylemleri için de deneyebilirler. Eğer durdurulamazsa freni patlamış kamyon, önüne kattığını götürmeye devam edecek! 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.