Beste Nigar
Eski Yazıları
Beste Nigar - Elbise
Vaktiyle Pang-Mei Chan’ın yazdığı “Bound Feet and Western Dress” (Küçültülmüş Ayaklar ve Batılı Elbise) isimli kitabı bir grupla beraber okuyup tartışmıştık.
Kitap yazarın geleneksel Çin kültürü ve önü gelen modernizm arasında sıkışıp kalan hayat hikayesini anlatıyordu. ‘Ayak bağlama’ Çinlilerin eskiden kız çocuklarının ayaklarının küçük olması maksadıyla yaptıkları hususi müdahalenin ismiydi. Çünkü ayağı küçük olan kızlar toplumda daha güzel addediliyor ve daha iyi kapılara gelin gidiyordu.
Kitapta yazarın uzunca resmettiği bir manzara vardı: eski kocasıyla evlenen kadının küçültülmüş ayaklarının üzerine giydiği modern elbise. Yazara göre geleneksellik ve modernizm arasına sıkışmış bir neslin cisimleşmiş hali olarak çıkıyordu karşımıza bu resim.
Geçenlerde bir arkadaşımın burada Amerikalı bir dostumuzla tanışırken ağzından dökülen kelimelerde keşfettim bu benzerliği;
- Ne iş yapıyorsunuz?
- Hiçbir şey. Evdeyim, çocuklarımla ilgileniyorum. Ama ilerde bir şeyler yapmayı düşünüyorum ben de.
Ne var bu diyalogda diyebilirsiniz. (Sözün burasında biraz duraklayıp, bu yazıyı neden 2. çoğul şahsa hitap ederek kaleme aldığımı düşünüyorum. Sanırım bu 1. tekil ve 2. coğul şahsa hitap ederek yazmaların bir nevi iç meselem ve sosyal mesele arasındaki çizgiyi oluşturduğunu bu satırları yazarken yeni keşfediyorum.)
Bu diyalogda çok şeyin ipuçları var.
Modern dünya bize evde oturan annelerin üretmediğini, bir şey yapmadıklarını bas bas bağırıp duruyor.[1] Modern toplumun yüksek perdeden bu bağırmalarına karşılık Türk annesi de – çalışmak, eğitim vb. maksatla- ayağını evden dışarı atmaya çalışıyor. Ama işin bu noktasında ortalama bir Amerikalı annenin bu konuda karşılaşacağı finansal destek, çocuk bakımı vesaire gibi zorluklardan çok daha büyük bir zorlukla karşı karşıya kalıyor. Çünkü, kültürel olarak bundan evvel ona tevarüs eden anne kimlikleri arasında evde olup, ailesinin her ihtiyacına her daim cevap verebilecek şekilde bütün aile üyeleri için elinden gelen her fedakarlığı yapan bir anne modeli var.
Toplum bu geleneksel anne modeline uyması için anneye baskı yapıyor ve annemiz bundan dolayı dışarı çıkamıyor demiyorum kesinlikle. Kanaatimce en başta asıl problem annemizin bu modele uygun olmamayı bizzat kendi iç dünyasında aşamıyor olması. Dolayısıyla ne modern dünyanın kendine dayattığı modelde bir anne olabiliyor, ne de geleneksel anne modeline tamı tamına uyabiliyor.
Madem elbise sembolüyle gittik, bu hadise gözümde hep şu manzarayı canlandırıyor. Kocaman bir mağazanın içinde kendimize uygun bir elbise arıyoruz, ama ne kadar arasak tarasak da üstümüze uygun bir tane bile elbise yok. Elbiseyi bizzat kendimizin kendi bedenimize, rengimize ve zevkimize göre dikmemiz gerektiğini anlamamıza ramak var.
Evet yeni bir model oluşturmaktan bahsediyorum. Tasavvvufta “ibn-ül vakt” diye çok mühim bir tabir var. Herkes kendi çağının çocuğu en çok. Çağımız bizden neler istiyorsa, ona en uygun şekilde, ama ille de o ezeli nurla bağı kopartmadan bir hale bürünmek.
“Havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl” buyuruyor ya duada. Halden hale geçeceğiz bu coğrafyada belki ama samimi bir niyetle “ibn-ül vakt” olmak ve en güzel şekilde hizmet etmek maksadıyla ararsak Mevla bize buldurur elbet.
Bir de şimdiye kadar bize anlatılanları daha bir inceleyerek, hikayesinin ötesinde manevi değerleri görerek sindirmek gerekiyor belki de. Hz. Safiyye’nin Hendek Savaşı sırasında bir çadırın önünde düşmanı görünce silahına davranıp onu bertaraf edecek cesaretinden ne anlıyoruz? Benim asrımda bir kadın olarak cesur olmak neye tekabül eder?
Hz. Zeynep’in evinde sırf sadaka verebiliyor olmak için hiç durmadan deri taşlamasından, onu satarak fakirlere dağıtmasından ne anlıyoruz? Bu asırda bir kadın olarak onun gibi diğergam olmak ne yapmak demek?
Ya Hz. Hatice’nin hiç şikayet etmeden, efendimiz Hira sultanlığında kalırken yüksek kayalardan aşıp yanına her gün yiyecek götürmesinden ne anlıyoruz? Onun gibi Allah resulüne sadık olmak benim asrımda ne ifade eder?
Örnekler çoğaldıkça çoğalır. Çünkü o kadar çok ki önümüzde önder olup bize koca bir şehrah açanlar. Ama diyorum, farklı gözle bakma, değerler gözüyle bakma, bu örnekleri yaşadıkları asrın kılıfından soyma, çekirdeklerini, özünü bulma.
Şimdilerde “Hocaanne ve Ailesi” kitabını okurken, “Hizmet Anneleri” belgeselini izlerken de hep bunu düşünüyorum. Onlar bahsi geçen örneklerin özüne ulaşma yolunda kocaman şahikalar dikmişler önümüze. Lakin, dünya o kadar hızlı dönüyor ve çağımız o kadar değişiyor ki bizler bize zaman olarak çok daha yakın olan onların çizdiği örneklere bakarken bile yine öze inmeli, birebir taklitten ziyade bulunduğumuz zaman, coğrafya ve hitap ettiğimiz toplum cihetiyle düşünerek hayata hayat kılmalıyız öğrendiklerimizi.
Ne diyorduk: herbirimiz bu mağazadan kendimize göre bir şey bulamayacağız görünüş. Bu terzilik işini öğrenmek boynumuzun borcu vesselam.
Ey güzel yazar, yazının en başında en alengirli meselelerden dem vurup şimdi suya sabuna dokunmadan bu işin içinden sıyrılamazsın diyebilirsiniz. Nedir bu modernite ve geleneksellik arasında sıkışmış kadının sorununa çözüm, hele deyiver diye soruyor olabilirsiniz. Demem o ki; birileri size yukarıda yazdığım örnekleri de referans verip evde oturan bir anne olmanın faziletinden bahsedip iknaya çalışabilir. Veyahut tam tersi, yine aynı örnekleri kullanarak çalışan bir anne olmanın faziletlerinden de bahsedebilir.
Mesele gelip gelip değerler meselesinde ve bizim o değerleri Ehadiyet tecellisi ile nasıl kendi aynamıza yansıtacağımızda düğümleniyor. Yani bu mağazada Ayşe’nin kendine biçtiği elbise Fatma’ya da uyacak diye bir kaide yok. Bu elbiseler, bizim kendi gönlümüze, Rabbimizle olan hususi irtibatımıza ve istidatlarımızı en güzel nasıl nerede değerlendireceğimize göre değişiyor.
Amerika’daki Türk göçmen kadınlar olarak eğitim ve uzmanlık olarak birikimlerimizi burada nasıl değerlendireceğimiz ve inkışaf ettireceğimiz çok daha uzun bir konu olup belki başka bir yazıda fasılasıyla tartışılabilir. Nitekim, bugüne kadar aldığımız eğitimi değerlendirme hatta üzerine daha kuvvetli tecrübeler bina edip geliştirme adına birçok fırsatın olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Şüphesiz, kainat fabrikasını israfa yer tanımadan en verimli şekilde çalıştıran Adil-i Mukaddir bizlerden akıl, ilim ve zaman gibi her türlü nimeti en verimli şekilde kullananlardan olmamızı istiyor.
Yazı hakkında görüşleriniz benim için çok önemli. Yorumlarınızı aşağıdaki email adresiyle benimle paylaşabilirsiniz.
nigar.beste@gmail.com
[1] Buraya belki bu meseleden çokça muzdarip olan eski Beyaz Saray çalışanı Anne-Marie Slaughter’ın ev hanımlarının (veya Amerika’daki tabirle evde oturan annelerin) verdikleri bütün hizmet karşılığı başkalarını çalıştırmaları halinde yılda ne kadar paraya mal olacağını belirten yazısını da iliştirmek istiyorum (http://www.theatlantic.com/business/archive/2015/12/work-life-balance/419361/). Slaughter’a göre ekonomik büyüme verilerine ev hanımlarının yaptıkları işler de numerik olarak eklenmeli.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment