AİLE SAĞLIK-Gezi psikolojisi

 Son günlerde  yaşanan Gezi Parkı olayları ve protestocuların  nasıl bir sosyal algıdan etkilendikleri  ve  biraz da farkındalığımızın artması   icin ”  Sosyal Psikoloji ”  üzerinde tartışmak istiyorum.

Aslında sosyal psikolojinin ne olduğuna dair net bir şey söylemek zor. Kısaca, “psikoloji ve sosyolojinin çocuğu ve henüz ogunlaşmamış bir disiplin” diyebiliriz.  İnsanların diğer insanlar hakkında ne düşündüklerinin , onları nasıl  etkilediklerinin  ve onlarla nasıl ilişki kurduklarının bilimsel açıklığına ilk ihtiyaç Avrupada ortaya çıktı . Geniş kitlelerin “neden – nasıl – hangi zamanlarda ”  birlikte davrandıklarını  anlayabilmek için ” grup zihni” ve ” sosyal algı ” kavramı araştırıldı . 

 Günümüzde de kabul gören ” grup zihni  ” nin tanımı kısaca  şöyle: İnsanlar ayrı ayrı yaşarken  farklı düşünüp hisseder ve davranırlar.  Ancak aynı kişiler  kitle haline geldiklerinde  ” ilkel , daha düsük entellektüel ve ahlaki düzeyde ”  davranış sergileyebilirler hatta insanlar kitle ve grup olduklarında  “vahşi ve saldırgan” da olabilirler. 

 Hatta  basit bir örnek vermek gerekirse bisiklet kullanan birisi tek başına kullanırken istediği hızda gider ancak yakınından başka bir bisikletli geçerken , farkında olmadan hızını artırır  ve diğer bisikletliye yetişmeye çalışır . Bir çok araştırma sonucu gösterir ki  ” başka kişilerin varlığı ” insan performansını  artırır . Buna  “sosyal hızlandırma”  kavramı deniliyor . Kalabalık olmak kişilerin  ” bireysel performansını ” artırıyor  ancak bu artan  performans kişileri   kontrolsüz tutum sergilemeye  kadar götürebiliyor da. Çünkü bu performansı artmışların  tedavi edilmemiş psikolojik ve psikiyatrik problemleri olabilir ya da bireysel yaşamlarında ki tatminsizlikler ,mutsuzluklar vs açığa bu vesileyle çıkabili.   

Sosyal algı kavramı da , kişilerin birbirleri ya da topluluklar, olaylar  hakkında   sahip olduğu edinilmiş düşünceleridir . Kooperatif, dernek, belediye ya da milletvekili seçimlerini hatırlarsak eğer seçmen olarak bizim görevimiz dernek, kent ya da ülkeyi bizim adımıza  yönetecek doğru insanlar seçmektir. Aday olanların ya da partilerin yapmaya çalıştıkları da  , kendileriyle ilgili olarak seçmenlerin zihninde olumlu izlenim ( sosyal algı) oluşturarak  tercih edilen taraf olmaktır. Adaylar, söz ve davranışlarıyla  kendi olumlu taraflarını  ortaya koyarak bizlerin tercihini etkilemeye çalışırlar . 

Bizi yönetecek insanları seçerken onları  yakından tanımasak bile (aile fertleri-arkadaşlar gibi ) ; görünüşlerine, konuşmalarına, yaptıklarına ya da yapmadıklarına ilişkin algılamalarımıza  bağlı olarak karşımızdaki  insan hakkında bir dizi düşünce geliştirebiliyoruz .Bu  izlenime dayalı olarak yaptığımız  ilk  kişilik çıkarımları, uzun zaman geçse bile sabit de kalabiliyor …. 

Eğer önceden edindiğimiz algılarımız olumsuz ise ve de olumlu algı ile yer değiştirmemişse , orta şiddette bir sarsıntı kişilerin eski olumsuz algılarını  tetikleyip açığa çıkartabilir … Kitle haline gelindiğinde de, olumsuz algılar kişileri yönetmeye başlar  ve  her şey birbirine karışabilir …Sapla samanın karıştığı gibi…Gelişmiş  toplumlara bakıldığında görülmüstür ki ,  doğru ve sağlıklı  büyümenin en büyük etkeni sadece  ekonomik-politik değildir …O toplumu oluşturan insanların yargılarının ve algılarının ”  isabetli olma ”  derecesiyle de yakından  ilgilidir . 

Kişilerin “isabetli olması ” ne demek ?  Yaşamda her şeyin değiştiğini fark edebilen ve ayak uydurabilen insanın, önceden edinilmiş algılarının da “değişken ve yenilenen” olduğunu fark edebilmesidir. 

Malesef büyümekte olan  toplumlarda  görülür ki,değisken ve yenilenen faktörlerin başında algı gelmez. Dünyada var olan  teknoloji-ekonomi-bilim  yakından takip edilmeye çalışılır  ancak, ataerkil miras şekline dönüşmüş ALGI   malesef kolay kolay yenilenemez. Üstelik edinilmiş algılar ikinci el bilgilere de dayanabilmektedir. Algılarda etkin olan faktörlerin en önemlileri de dede -anne- baba-arkadaş eş ile  yaşanan veya geçmişte yaşanmış yakın ilişkilerdir.Hala toplulumuzda dedesinin geçmişte taraf olduğu siyasi partiyi  sırf dedesi seviyordu diye sevmeye çalışan ve dünyada değişmiş her şeyi algılayıp siyasi parti algısını dedesiyle sabit tutan bireyler vardır . 

Peki bir şekilde oluşmuş algı , ülkeyi yönetenler konu olduğunda hala  sabit kalabiliyorsa neler olabilir?  

Neler olabildiğini  Türkiye’de son günlerde yaşanan olayların politik görüşlerden önce  sosyal ve psikolojik olarak değerlendirilmediği  için kolayca görebiliriz.  

Yaşanan olayların altında ilk once iktidar partisiyle ilgili önceden kayıtlanmış  değiştirilememiş ya da  değiştirilmek  istenmemiş algıların  piyasaya topluca sürülmüş halini görebiliriz .Kitle haline gelmiş bu durum, vahşi ve ilkel bir davranış da sergilemeye de doğru gidebilir …  Bu durum  gerçeklerin değil , ataerkil algıların savaşına dönüşebilir. 

Olaylara tersinden baktığımızda da durumun değişmeyeceği açıktır …Çünkü değişmeyen algı sadece bir grubun sorunu değildir ….. İktidarda bulunan kesimin de daha önceden algılarında kayıt halinde duran ve açığa çıkmayı bekleyen yanlış davranış ve olaylar da, her an algı savaşına katılabilir. 

Algımızı etkileyen faktörlerin,en etkililerinden birisi de insanın bir gruba ait olma isteğidir . Otomatik olarak harekete geçen bu durum ,aynı düşünceye sahip kişilerle  yanyana olmaya çalışarak kişi kendini  güvenli  hisseder. 

Farklı düşünebilmekten ve yerleşmiş eski ve kokuşmuş  algılardan sıyrılmak insanda ” kaygı ” oluşturabilir. Kişi farklı düşünürse eğer  ait olmayı sevdiği gruptan veya yakınlarından ayrı düşeceği paniğine kapılabilir .Sevdikleriyle  bir bütün olup iç güvenliğini koruma güdüsü , kişilerin doğruyu algılamaktan kaçınmasına sebep olabilir.İnsan beyninin algı değimi karşısında aldığı tavrın altında gerçekte korku vardır . 

Aslında değişmesi gereken tek  şey algılar , kişilerin bir yere ait olma isteğinin değişmesi gerekmiyor. Kişilerden bir yere ait olma isteğini yok etmelerini istemek insan doğasına aykırı bir talep olur ki, zaten gerçekleşemez. Birbiri hakkında algılarını değiştirebilen toplumlar, birlikte yaşarlar ve yine bir yere ait olurlar. Sadece sınırlar genişlemiştir ve aidiyet duygusu hala yaşanmaktadır.Güvenlik ise kaybolmamıştır. 

Sınırlı bilgi ve ipuçlarını kullanarak birileri hakkında fikir oluşturmak;  insanoğlunun evrensel sorunu oldugu için yarım-yamalak sahip olunan bilgilerle ve önceden oluşmuş ve doğruluğu net olmayan algılarla  , kişiler hakkında yargıda bulunmak, zamanla yargılanan kişilerin de kendilerini doğru ifade etmekten vazgeçmesine sebep olur.Çünkü sürekli kendini ifade etmeye çalışmak yorucu ve ağır bir sorumluluk yükler insana. 

Kısaca özetlersek algılarımızı değiştirebilmek için ilk once değişmeyi istemek sonra kendine farklı  olanla ilgili düşüncelerini gözden geçirmek gerekli…Mesela herkes kendine şu soruyu sorarak başlayabilir.

                       Edindiğim bilgiler gerçekten bana ait mi ?

Gülhan Akşit Şener

Counseling  Psychologist , MA  & Hypnotherapist

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.