Siber itiş kakış
Hayır, her şey Edward Snowden’in sızdırdığı belgelerle başlamadı. O zamanlar NSA’in sanal takipte ulaştığı seviyenin detayları pek bilinmese de izleme faaliyetleri bir süredir zaten tartışılıyordu. Milli İstihbarat Direktörü James Clapper, kuruma ait gizli bilgiler basına sızmadan sadece bir kaç ay önce bir Senato oturumunda ‘Milyonlarca Amerikalıya ait bilgiyi toplayıp depoladığınız doğru mu?’ şeklinde bir soruyla karşılaştı. Oregon Senatörü Ron Wyden’in sorusunu ‘Hayır’ diye cevaplamıştı Clapper. Doğru söylemiyordu. NSA başkanı Keith Alexander da benzer soruyla farklı ortamlarda sıklıkla karşılaştı. NSA’in takip ve kayıt iddialarını kamuoyu önünde tam 14 kez yalanladı Alexander. O da doğru söylemiyordu.
NSA’in yurt dışı dinleme faaliyetlerine ilişkin detaylar gün be gün su yüzüne çıkıyor. Başkan Obama’nın Avrupa’daki yakın dostları, aslında birbirlerine zannettiklerinden çok daha yakın (!) olduklarını öğrendikçe huzursuzlanıyor. Almanya’yı, İspanya’yı, Brezilya’yı vuran belgelerin nerelere uzanacağı şimdilik meçhul. An itibariyle Avrupa’nın en güçlü lideri sayılabilecek Angela Merkel’in bizzat dinleme halkasının içine girmiş olması AB-ABD ilişkileri açısından çok da arzu edilen bir gelişme değildi. Keza, bayan Merkel skandal ortaya çıktığı gün hemen ABD başkanını aradı. Görüşmenin detayları bilinmiyor ama hattın iki ucu arasındaki gerginlik seviyesini tahmin etmek zor değil. Gelişmeler en çok yakın zamanda bu Avrupa’daki dostlarıyla bu telefon görüşmelerini sıklıkla yapması gerekebilecek olan Barack Obama’yı zora soktu. Obama için takip çemberi genişledikçe, güven çemberi daralıyor. Müddeiler değil, belgeler konuşuyor. Dolayısıyla iddiaları reddetmek pek mümkün değil. Bu yüzden Beyaz Saray savunma stratejisini dinleme iddialarını reddetmekten çok bu faaliyetlerin Obama öncesinde başladığını dost ülke liderlerine anlatmak üzerine kurdu.
Fakat samimi olmak gerekirse gerçekten yaşananlar karşısında – internet haberciliği ifadeleriyle – ‘dehşete düşen’, ‘kanı donan’ ya da ‘şoka giren’ var mı? Teknoloji alanında dünyada başı çeken, sosyal medyanın en aktif sitelerine sahip, Silikon Vadisi’ni bünyesinde barındıran bir ülkenin tepe istihbarat servisinin, interneti, telekomünikasyonu gözetim altına alması şaşırttı mı sizi gerçekten? Yirmili yaşların henüz başındaki gençlerin dahi kendi aralarında sanal çeteler kurup internet korsanlığı yaptığı, siteler ele geçirip, şifreler kırdığı bir ortamda fazla naif değil mi bu şaşkınlık? Bu yüzden NSA belgeleri yayınlanmaya başladığı günden bu yana skandala yaklaşımıyla ikiye ayrıldı kamuoyu: “Skandal kabul edilemez. ABD’nin diğer ülkeleri dinlemesi dostluk kriterlerine, kendi vatandaşlarını dinlemesi özel hayatın gizliliğine aykırı” diyen idealistler ve “Ülke güvenliği için herkes, herkesi dinler, dinliyor, dinleyecek. Sorun bunun ortaya çıkması” diyen katı realistler. İki fikrin ara tonları bulunsa da genelde konu bu minvalde tartışılıyor.
Peki kim haklı?
Ben idealistleri haklı buluyor ama katı realistlerin savunduğu fikrin reel politik açısından daha doğru olduğunu düşünüyorum. Benim hayal ettiğim dünyada herkes, herkesin, her türlü hakkına saygılı olmalı. Komşunun açık perdesinden dahi içeri bakış atmamayı öngören bir dünyadan bahsediyorum. Fakat günümüz şartlarında, her türlü bilginin kişilerin bizzat kendileri tarafından sanal aleme boca edildiği, insanların, ülkelerin elinin altındaki teknolojinin son hızla geliştiği bir ortamda, istihbarat örgütlerinin kişileri, ülkeleri, liderleri takip altına almaya çalışmayacağını düşünecek kadar da naif olamayız. Yani, Alman istihbaratının elinde olsa ve elindeyse, bayan Merkel ABD başkanı Barack Obama’yı dinler ve dinliyordur. Aksini düşünmek zor. Kameralar önünde kolay ifade edilemeyen bu açık ama katı gerçek, binlerce yıllık uluslararası ilişkiler tarihinin arka odalarında hep başköşede oturmuştur ne yazık ki. Ülkeler, en yakın dostlarıyla yarın düşman olabilecekleri varsayımıyla yaşamak zorunda. Bu yaklaşım, idealizm penceresinden bakınca doğru görünmeyebilir ama kan ve gözyaşı dolu savaşlar tarihi, liderleri idealizmden değil realizmden yana pozisyon almaya itiyor.
Ortaya çıkan belgelerde Türkiye ile ilgili net bir bilgi ise henüz yok. Şimdilik tek bildiğimiz ABD’nin Türkiye’yi, Brezilya’yla birlikte ‘Dost mu, düşman mı?’ kategorisinde değerlendirdiği. Ülkemizin siber istihbarat alanındaki gücü, güçsüzlüğü, başka ülkeler tarafından ne oranda kayıt altına alındığı da tam olarak bilinmiyor. Türkiye’nin bu sanal hengamenin tam olarak neresinde durduğu ya da Türk liderlerin olası bir dinleme skandalına karşı nasıl tepki vereceği de tam olarak belli değil. Belli olan tek şey varsa o da şu ki teknolojik ilerleme ve siber itiş kakış, uzaktan seyirci olarak izlenecek bir olgu değil.
Zira, siber alemde hiç bir ülke, dış politikasını 50 yıldan fazla süreyle üzerine konumlandırabileceği Allah vergisi bir ‘jeopolitik önem’e sahip değil.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment