“Onlar sadece kendini düşünür!”

Kış çok şiddetli geçiyordu. Günler gri tonlarda boğulmuş, sema maviye hasret kalmıştı. Her akşam dondurucu gurubların hışmı ile kararıyordu. Gece yine simsiyah çehresiyle erkenden çıkıp, buzdan kayıtlarını bir yılan gibi şehrin üzerine salıvermişti. Ürperten kış gecelerinde ormanda kalma korkusuyla bir an önce en yakındaki köye varmak için koşuşturan yolcular gibi endişeli bir telaş vardı şoförlerimizde. Herhalde bir an önce bizleri ulaştırıp geriye dönmenin planlarını yapıyorlardı. Üç otobüs art arda girdi beyaza bürünmüş şehre. Zaten bir tek ana caddesi olan şehirde kolayca buldular gidecekleri adresi.

Kapılar açıldı ve sanki içeri hücum eden soğuk kimseye yer bırakmamışcasına herkes dışarı fırladı. Diğer şehirlerden gelenlerle epeyce bir kalabalık oluşmuştu. Ani bir seferberlik emri ile dağılıp birbirlerini kaybetmiş dostların tekrar kavuşma sevinci ile biraraya geldiği gibi, o karmaşa içinde eski dostlar birbirini bulmuş, küçük gruplar oluşturmuştu. Biz de beraberinde olduğumuz grubumuzu kaybetmemek ve emanetlerimizi sağ sağlim teslim etmek için dört dönüyorduk.

Kimdi bunlar, bu küçük Anadolu şehrinde ne yapıyorlardı? Kırşehir’e neden gelmişlerdi?

Bir kaç hafta önce Bosna Hersek’teki iç savaşın mağduru olarak, çoğunluğu Karadağ Sancak bölgesinden getirilmiş yüzlerce genç Ankara’da Hizmet hareketine ait yurtlar ve bazı öğrenci evlerine yerleştirilmişti. 1992-93 kışının şiddetle hüküm sürdüğü o günlerde ne kadar insan getirilmişti bilemeyeceğim ancak biz Ankara’da, çoğunluğu üniversite öğrencisi bir kaç yüz kişiyi misafir etmek için çalışıyorduk.

Kaderinde hep mazluma sahip çıkmak olan bir milletin evlatlarıydık. Herkesin laflar ürettiği bir zamanda mağdur ve mazlum kardeşlerimizin yanında olmak yine bu milletin bağrından çıkan gönüllüler hareketi mensuplarına nasip olmuştu. Evlerde pek çok öğrenci yataklarını o kardeşlerine vermiş, sofralarında onlara yer açmış ve ekmeklerini paylaşmıştı. Arkadaşlarımızla beraber biz de kaldığımız evi açmıştık ve yerlerimizi muhacirlere vererek bir nebze olsun onların vatan hasretlerini dindirmeye çalışıyorduk.

Kolay geçmiyordu o günler. Bir yandan Orta Asya’da yeni yeni  açılan okulların sayıları artıyor ve Anadolu insanının himmet ve gayretleri ile ihtiyaçları karşılanmaya  çalışılıyordu. Diğer taraftan Balkanlar’dan gelen çağrıya cevap yetiştirmek için  uğraşılıyordu. Zaten kıt kanaat geçinen o günün gönül mimarları; esnafı, memuru ve talebesi ile bu derdi paylaşmak için çabalıyorlardı.

Sadece Hak rızası düşüncesiyle gelenlere sahip çıkılmıştı. Daha sonra, gayri makul korkulara dayalı bazı sebeplerle (hepinizin bildiği irtica v.s. endişesi) o misafirler gönüllü vakıflardan alınmış, devletin resmi kurumlarına yerleştirilmişti. İşte biz de o gün bir emanet gibi el üstünde tuttuğumuz misafirlerimizi yerlerine teslim etmek üzere onlarla Kırşehir’e gitmiştik. Ama o bir kaç haftalık beraberliğimiz aramızda kopmaz gönül bağları oluşturmuştu ve gönüllere girmek için yeterli olmuştu. Hatta -yirmi yıldan fazla bir zaman sonra- geçtiğimiz aylarda o gün evsahipliği yaptığımız dostlardan biriyle karşılaştım ve kaldığımız eve kadar o günlere ait ayrıntıların hala hatırlandığına hayretlerle şahit oldum. Her neyse…

Niye anlatıyorum bunları? Gerek var mı yıllar önceki hayırlı bir işi deşifre ederek o güne ait samimiyetin sevabını azaltmaya? Bir manada mecbur kaldım bunları anlatmaya. Zira bugün her fırsatta Hizmet hareketine saldırmak adedinde olanların bir iddiası da, ‘Bu hareketin takipçilerinin kendilerinden başka kimseleri düşünmediği ve sadece menfaat elde etme çabasında olduğu’ şeklinde.

Halbuki yukarıdaki örnek bizzat şahit olduklarımdan sadece biri. Her dönemde şiarı vermek olanlar bu işe sahip çıktılar ve sadece karşılığını Allah’tan bekleyerek, almak üzere değil vermek üzere bir çark kurdular. Bugün Allah’ın inayeti ile gelinen nokta bunun delilidir.

Ama bunu, daha fazlasını almadan vermeyi bilmeyenlerin anlaması elbette çok zordur.

Sizleri misallerle boğmak istemem. Bunun örneklerini etrafınızda görüyor da olabilirsiniz. Ancak sadece Kimse Yok Mu Derneği’nin  Suriyeli mültecilere ulaştırdığı yardımların 50 milyon TL’yi geçtiğini gazetelerden okuyoruz. Türkiye’nin güney doğusundan Somali’ye kadar ‘Kimse Yok Mu’nun, dünyanın değişik yerlerine yapmış olduğu yardımları derneğin web sitesinden de rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Arife işaret yeter.

Bugün, dünyanın 150’den fazla ülkesinde, ellerinde meşale dolaşan aydınlık ruhlu bu nesil, başka değil bu milletin öz evlatlarıdır ve yaşatma adına yaşamaya ait zevklerini unutmuş bu yiğitlere, ‘bunlar sadece kendilerini düşünür’ diyebilmek için insanın önce kimsenin olmadığı ve dilini bilmediği yerlere gitmenin nasıl bir şey olduğunu hissetmesi lazımdır. Bugün arkasına devlet gücünü alarak sağda solda caka satmak kolay. Neredeyse yirmi sene önce, ot balyaları üzerinde pervaneli bir uçakla Mogadişu’nun toprak zeminli pistine hem de silahların gölgesinde inerek hizmet imkanı araştıranları anlamak herkese nasip olmaz. İnşallah bir gün kimsenin olmadığı diyarlara gitmenin ne olduğunu da yazmaya çalışırım.

Şimdilik tam yeri gelmişken, şaire kulak verelim:

“Dünyada her nimeti bıraksam ne çıkar ki?

Orda O varken, burda bırakılmaz ne var ki?” 

NFK

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.