Kanaatin müdafası, Ali Şükrü Bey ve Topal Osman
“Hakikat her zaman kazanır ve tarafı hak olan kayıp yaşamaz. Hakikatı ifade de herkese nasip olmaz. Hele millet olarak içinden geçtiğimiz bu sıkıntılı dönemde kanaat ifade etmek yürek ister. Özellikle de bu kanaat, iktidar gücünü elinde bulunduranların düşüncelerine ters ise…”
İşte tam bunları düşünürken telefonum çaldı, eski dost, Zaman Amerika editörü Sıtkı bey gazeteleri için haftalık olarak bir köşe yazıp yazamayacağımı sordu. “Değildir bu bana layık bu bende” diye düşündüm. Kendimi o seviyede hiç görmediğimi ifade etmeye çalıştım. Nihayet biraz düşünüp kendilerine döneceğimi söyleyerek telefonu kapadım.
Sonrası? Sonrası işte bu kırık dökük satırlar. Hikmetini bilemediğim bir şekilde biraz dönüştürülmüş şu mısralar geldi aklıma önce: “Sen yazmasan. Ben yazmasam. Biz yazmasak. Nasıl çıkar hakikatler aydınlığa?” Gerçekten de öyle değil miydi? İmkan ve fırsat varsa inandığı hakikatleri herkese ulaştırmalıydı insan. Başkalarının duymasını ve bilmesini önemli görüyorsa bunun için yollar araştırmalı fırsatları değerlendirmeye çalışmalıydı. Sırf Hakk’ın rızası ve Hakikatin hatırına yapmalıydı bunları.
Bendeniz de işte öylece kaleme almaya başladım bu yazıyı. Anlatılacak çok şey vardı. Olaylar çok hızlı gelişse de, hatta bir yazıya başlayıp bitirinceye kadar gündem değişse de, bazen tarihe not düşmek, bazen de hakikatten yana olduğumuzu belli etmek için kanaatlerimizi ifade etmek gerekiyordu.
İnsan için en erdemli eylem düşünmek olsa gerek. Dini literatürde biz buna “tefekkür” diyoruz. Öyleki nafile ibadetten üstün sayılmış insana hakikatin kapılarını aralayan tefekkür. Ancak düşünmek ile ulaşılan hakikatleri ifade de o derece önemli ve değerli. İster sözle, ister yazıyla ama muhakkak ifade edilmeli. Evet hakikati yazmak hem çok önemli, hem de çok zor.
Başta anlatmaya çalıştığım gibi kanaatin ifadesi kolay değil bir kere. Hele hakikatin hatırı yüksektir deyip tarafını hak istikametinde tesbit edenler aleyhinde bir sürü ispatı olmayan aşağılık iddialar, ithamlar, iftiralar varken. Kendileri gibi düşünmeyenleri yargısız infazlarla yok etmeye çalışan, bunu yaparken de hiçbir insani değere yer vermeyen, daha ötesi “Allah var. Ahiret var” diyenleri alaya alan bir grup kendini bilmezin manşetlerden açtığı yaylım ateşlerine karşı hakkı tutup kaldırmak herkesin karı değil.
Kanaati ifade evet önemli.. Sonra onu müdafaa adına o kanaat istikametinde davranmaya sıra geliyor. Belli kayıtlarla bağlı olunca karşısındakiler kadar rahat davranamıyor insan. Yalan söyleyemiyor. Kişilik haklarına saldırıda bulunmak yakışmıyor böyle birine. Evrensel insani değerler çerçevesinden dışarıya çıkma imkanı da yok. Zira ortaya koymaya çalıştığı hakikat bunlara cevaz vermiyor. Kavgada yumruk sayılmaz diyemiyor insan bir de. Zor iş vesselam…
Sözün burasında Birinci Millet Meclisi’nin Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey merhumun müthiş bir sözü akla geliyor. Diyor ki aklımda kaldığı kadarıyla: “Ekalliyet ne kadar zayıf, ekseriyetin hücumu ne kadar güçlü ise, kanaatin müdafası da o nisbette şiddetli olmak lazım gelir.” Yani mealen; eğer hakkı haykıran az bir topluluksanız ve karşınızda sesi çok çıkan bir güruh varsa; kanaatinizi müdafa adına bütün gücünüzü ortaya koymalısınız. Mükemmel olmasa da elinizden geldiği kadar destek olup her yerde hakkı müdafa etmelisiniz. Gerçekleri anlatmak adına ahesterevlik etmeyip, yavaş davranmamalısınız. Evet hakkın müdafası her zaman önemlidir de özellikle merhumun ifade ettiği gibi bazı zamanlarda çok daha önemlidir. Adeta seferberlik zamanı gibidir. Öyle olunca eli kalem tutan, ifadeye gücü yeten herkese ihtiyaç olur.
Tabi Ali Şükrü Bey’den bahsedince, inandığı doğrularının müdafaası adına şehid edilen bir yiğit olduğunu da yazmadan geçmeyelim. O, Birinci Meclis’in muhalefet kanadını temsil eden ikinci grubun liderlerindendir ve hilafetin kaldırılması da dahil olmak üzere pek çok meselede muhalif tarafın başını çekmiştir. Mecliste yaptığı ateşin konuşmalarla o günkü baskıcı idareyi zor durumda bırakmıştır. En azından biz yaptık oldu diyememişler nihayet çözümü onu ortadan kaldırmakta bulmuşlardır. Merhumu şehid eden Topal Osman’ın, dönemin idarecileri tarafından kiralandığı iddiaları pek çokları tarafından iddiadan öte bir hakikat olarak kabul edilmiştir ve bu da onun ne kadar tesirli bir muhalefet yaptığına delildir. Evet o zor zamanda kanaatini müdafaa etmiş, adam sen de dememiş ve bunu canıyla ödemiştir. Tarih Ali Şükrü Bey’i bir kahraman olarak yazarken, Topal Osman ise emir aldıkları tarafından terkedilerek hem canını hem de şerefini kaybetmiş bir katil olarak anılmaktan kurtulamamıştır.
Evet zor zamanda hakkın yanında duranların karşısına her köşe başında birer karakter celladı, günümüzün Topal Osmanları çıkar. Ama insan Seyyid Nigari Hazretleri gibi “Cânân dileyen dağdağa-i cana düşer mi;Can isteyen endişe-i cânâna düşer mi?Girdik reh-i sevdaya, cünunuz, bize namus lazım değil.Ey dil ki bu iş şâna düşer mi?”diyebiliyorsa mesele kalmıyor.
İşte ben de tam bundan bahsetmeye çalışıyorum ve herşeye rağmen bütün eksikliğimle beraber, diyorum ki; “Sen yazmasan. Ben yazmasam.
Biz yazmasak. Nasıl çıkar hakikatler aydınlığa?” ya da Nazım’a ayıp olmasın, “Sen yanmasan. Ben yanmasam. Biz yanmazak. Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”.
Hele etrafta kaleminden ve dilinden alevler fışkıran bunca şahsiyet ejderhası varken…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment