Her yükselen bir gün düşer

Her yükselen bir gün düşer. Her çıkışın bir inişi vardır. Her doğan büyür, ihtiyarlar ve sonra herkesin değişmez sonu olan ölüme doğru hızla yuvarlanır.

Bu, insanlar için böyle olduğu gibi milletler ve devletler için de böyledir.  Gün gelir hiç yıkılmayacakmış gibi görünen nice muhteşem saltanatlar yıkılır gider ve yerlerinde yeller esen toprak yığınları haline gelir.

Bu mutlak akibettir ve bu akibetten kurtulan görülmemiştir. Yeryüzünde ne hükümdarlar gelip geçmiştir de yaşadıkları dönemde herkese önlerinde boyun eğdiren bu meçhul insanların kemiklerinin tozları bile kalmamıştır.

Tarihin gördüğü en ihtişamlı imparatorluklar kitaplarda anılan birer efsane haline gelmişler ve arkalarından ağlayanları bile kalmamıştır.

Ancak bu ömrü uzatıp kısaltan ve yaşanan hayatı hayr veya şer hesabına geçirici bazı sebepler vardır.

Üstad Bediüzzaman hazretleri bakın bu hususu nasıl ifadeediyor: “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kainattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.” (Lemalar. 22. Lem’a ikinci işaret) Yani; ‘toplumsal hayatta çığır açanlar, eğer kainattaki yaradılış kanunlarına uygun hareket etmezse, hayırlı işlerde ve ileriye gidip yükselmekte başarılı olamaz. Bütün hareketi kötülük ve yıkım hesabına geçer.’

Evet bazen kısa sürede çok mesafeler alan, benzersiz bir şekilde başarılı gibi görünen ama bir saman alevi gibi sönen toplumsal hareketler görürüz.

Bu bir siyasi hareket olabileceği gibi, bir protesto hareketi veya bir silahlı terör hareketi de olabilir. Sadece yıkmaya kilitlenmiş hareketler çoğu zaman yıktıklarının yerine koyacakları alternatifleri düşünmeden işe başlarlar ve eylemleri sadece yok etmekten ibaret olur.

Toplumlar kaosa sürüklenir. Her yerde seylaplar halinde kanlar akar. Ne ölen neden öldüğünü bilir, ne öldüren niçin öldürdüğünden haberdar olur.

Bazen de liderlerinin basiretsizliği yüzünden kayıplar yaşayanlar olur. Yerel ve global dengelerden habersiz, sadece kuru hamasetle yola çıkanlar etraflarındaki nice samimi insanların ümitlerini bir daha dirilmeyecek şekilde yıkar da, toplum yenibir diriliş hamlesi yapmaya mecal bulamaz.

Çok samimi duygularla başlayan nice hareketler de vardır ki; belli bir dönemeçte dünyevileşen temsilcilerinin gadrine uğrar ve takipçilerinin, istikbal vadettiğini düşündükleri hareketlerinin hiç de başladıkları yerde olmadıklarını görmesi ile dağılıp giderler.

Bazen bir siyasal hareket, muhalefette iken bütün bir toplumun ümidi olacak bir söylem ortaya koyar. Sonra iktidara gelir ve iktidar nimetlerinin kamaştırdığı gözler artık gerçek hedefleri göremez hale gelir.

Hedef artık sadece iktidarda kalmak olur. İktidarda kalabilmek adına devamlı tüketeceği malzemeye ihtiyaç duyar.

Öyle ki, bu malzeme bazen iktidarı elde etmek için kullandığı öz argümanlar olur. Mesela; adaleti sağlamak için bu yola başkoyduk derler, ne var ki gerçek adaleti iktidarı için tehdit olarak gördükleri için zulme başlarlar.

Hakiki inançlı kitleler akla da önem verir ve yeri geldiğinde sorgularlar. Bundandır ki, sorgulamayan ve sadece hamasetle meydanlarda slogan atan içi boş bir Müslüman tipi oluşturmaya çalışırlar.

Böylece; en fazla muhafaza etmesi gereken mahremini, en namahreme göstermekten çekinmeyen bir arsız halini alarak, özdeğerlerini tüketmekte düşmanının yapamayacağı ihaneti kendisi yapar/yaptırır.

Yeter ki iktidarda kalsındır. Yeter ki iktidarın nimetlerinden istifade eden bir mutlu azınlık bundan mahrum kalmasındır. Nasıl olsa halk yığınları bir şekilde hamasetle, kuru nutukla ve biraz da maddi menfaatlerle istenen yere doğru sürüklenir ve bu da iktidarı elde tutanlar için zor olmayan şeydir.

Zor olan; gelecek nesilleri ahlaklı, hamiyetperver, düşünce ufku geniş, gerektiğinde sorgulayıcı, adanmışlık düşüncesi ile yaşatmaya kilitlenmiş ve dünyevilikten uzak  bir şekilde yetiştirmektir. Bu okyanusları bardaklar ile boşaltmaya benzer ve gerçekten zordur. Allah’ın rızasına kilitlenmişler ancak bu yolda gidebillir. Yolu uzundur. Sabır gerektirir.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı iktidarı bir kere ele geçiren dünün mazlumları(!) günün zalimleri olmaktan zerre kadar endişe etmez. Bütün ulvi değerlerini ayaklarının altına alır. Paha biçilmez hazinelere benzeyen maneviyatı bayağılaştırır ve bozuk para gibi harcarlar.

Bununla da kalmaz, beraber yola çıkıp en zor zamanlarda beraber yürüdüklerini kendilerine rakip gördüklerinden başlayarak, -en basitinden- yapılanları sorgulayanlara kadar, harcarlar. Gözleri kendilerinden başka kimseyi görmez ve artık zulmün zirve temsilcileri olurlar.

Güç onları öyle bir hale getirir ve hiç yıkılmayacaklarını zannederler. Ama Allah’ın işine bakın ki; Firavun Hz. Musa’yı tam ele geçireceğini düşündüğü yerde düştü ve boğuldu.

İşte bütün zalimler güçlerinin zirvelerinde oldukarını düşündükleri bir anda çarpılırlar ve bu dünya adına, ebedi hayatlarını feda ettikleri için de tam bir hüsrana uğrar yok olur giderler.

Yaptıkları her şey şer hesaplarına geçmiştir artık. Bir milletin gelecek onlarca senesini mahvetmişlerdir. Toplumda nifak ve ayrılık tohumları ekmişlerdir. Çoğu zaman devlet sistemi ile de oynadıkları için anarşi tetikte bekler.

Ebedi hayat adına da heybeleri bomboş bir vaziyette varırlar Rab’lerinin huzuruna…

Biliyorum ey kari seni biraz sıktı bu yazı. Başka bir konuyu yazsaydım keşke.

Mesela; Müslümanların yaşadığı bir coğrafyada, kendilerine ‘İslam Mücahidi(!)’ diyen bir terörist grubun, müslüman-gayrimüslim demeden insanları kesip öldürmesi karşısında, bazı müslümanların bolca lanet(!) ettiği Amerika’dan, bütün müslümanların yardım beklediği ve istediği bir dünyada yaşamanın utancını anlatsaydım değil mi?

Anlatabilseydim…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.