Değişen ne oldu?
O erler ki, terleri ile suladılar toprağı, zayi etmemek için tek bir çiçeği ve bir tek yaprağı. En yakıcı güneşlere, kara ve tipiye siper oldular.
Can vermeye amadeydiler ama hizmet için yaşamayı değer buldular. Yaşatmak için yaşadılar. Canan uğrunda can taşımayı cana minnet bildiler, gayrısına minnet etmediler.
Gündüzlerinde durmak nedir bilmediler, gecelerin bağrında inleyen birer sazdılar. Açıldı bütün kapılar onlara zira, alemin sinesinde nazdılar. Kendileri yaptılar tarihlerini ve gözyaşları ile kendileri yazdılar.
Zekat olarak hayatlarını verdiler. Sevgili uğrunda ruhlarını ve hissiyatlarını yol diye serdiler. Bir kara sevda ile yelken açıp pekçoğu, hicretteki sırra erdiler.
Ellerinde meşale atlarını karanlığa sürdüler, geçtiler kıtaları okyanuslar aştılar, mesafeleri yaprak yaprak dürdüler. Cehennemden alevler de çıksa önlerine durmak nedir bilmez yürürdüler.
Gün geldi kadeh kadeh baldıran zehri yudumladılar, an oldu içlerinde alevden topları söndürdüler. Ama damla damla bile kusmadılar. “Ah edip ahlarından gayrıyı agah” etmediler.
O erler ki, sohbetleri muhabbetti. Bakışları efsunlu, konuşmaları ipekten, susmaları tefekkür, tefekkürleri derindi.
Gül derdiler ve güller dererek derdine derman aradılar dünyanın.
Şefkatten bir tül ile, meveddetten bir şal ile örterek bütün kötülüklerin üzerini, düzelteceklerine inandılar dünyayı, insanları ve bütün bir insanlığı.
İddialı değildiler ama kararlı ve gayretliydiler. Fedakardılar, hasbiydiler, mahviyetle yerlerdeydi başları.
Dost bildiklerine karşı hep vefalı, kimseyi düşman bellememekte kararlıydılar. Kötüye değil kötülüğe karşıydı tavırları.
O yüzden gittikleri her yerde bir muhabbet bir meveddet vaz edilmiş gibiydi onlar için.
Geçmişin bütün yükünü omuzlarına alıp, geleceğe ümitler taşımaya azmetmiş bu yiğitler durdukları yerin farkındaydılar.
Ümitsizlik onların dünyasına uğramamıştı. En zifiri karanlıklarda onlar sabahı ararlardı. Bütün ocakları sönse, yeni ocaklar tüttürmek için nefes olurlardı. “Düzenleri bozulsa, orduları dağılsa” son kalan can da henüz ölmüş değilse, onlar tekrar dirilir, dirilir de; diriltme adına kendilerini yok etmek isteyenlere el uzatırlardı.
Sonra bir gün hazan esti bağlarında, o hizmetlerinin en güzel çağlarında dost bildiklerinin arkadan hançerini yediler.
Bir zamanlar aynı sofralarda ekmeklerini paylaştıkları, aynı yerde secdeye başkoydukları o eski dostlar onlara sanki daha önce hiç muarefeleri yokmuş gibi davranmaya başladılar. Neler neler dediler. Ne hakaretler, ne iftiralar ettiler, -aman Allahım- ne gıybetlere girdiler.
Anlaşılan, çekemeyenlerin hasedi, içlerinde biriktirdikleri kinleri ve nefretleri dolup taşmak üzereyken sadece bir vesile arıyorlardı.
Buldukları ilk fırsatta kustular içlerindeki bütün kötülüğü.
Hasidin hasedi, zalimin zulmüne dönüşüp de artık heryeri tutunca; masumların zaten semada olan elleri biraz daha açıldı ve bu kez dudaklar başka şeyler mırıldanmaya başladı.
Düne kadar hep hayır dua ettikleri, istikamet üzere muvaffakiyetleri için yalvardıkları o eskilerle ilgili artık kalplerin telifi ile başlayan, sonra da “bu husumet aradan kalksın diye,” çağlayan yakarışlar oldu. Bir yere gelince de artık “Ey Rabbimiz aramızda hakikati ortaya çıkar ve mazlumun hakkını zalimden al.” dendi.
Zalim hala kükrüyor, yeri göğü inletiyor. Yok edeceğim hepinizi diye kendisini paralıyor. Su bile vermeyeceğim diyerek tehdit ediyor. Bu yetmezmiş gibi etrafındaki herkesi de bu ava davet ediyor. Dün yaptığı ne kadar hayır görünen şey varsa hepsini teker teker yıkıyor.
Bu arada farkında değil ama içindeki kin ve nefretten oluşan yanardağı kendisini de tüketiyor. Kendisi ile beraber etrafındakileri ve güzeller güzeli bir ülkeyi bataklığa sürüklüyor.
(Ne acı ki, zalim zulmederken, susan dilsiz şeytanlar ondan daha büyük bir mesaviyi irtikap ettiklerini bilmiyorlar.)
Mazlumlar topluluğu ise yerlerinde duruyor, işlerine bakıyorlar. Dün nerede hata etmişiz diye kendilerini sorguluyorlar.
Hep bir ağızdan “Rabbimizin bize lütfettiği bunca nimete karşı gerekli teşekkürü ve şükrü yerine getirememişiz. O’ndan başka kapılarda bir şeyler aramışız. Vesileleri farkında olmadan gaye ile karıştırmışız” diyerek, tekrar eski günlerdeki saffetlerine kavuşmak için arınma kurnalarının altına doluşmuş vaziyetteler.
Onlar, zalimin kendilerini suçladığı şeyi, eksik yapmış olmanın tevbesinde, zalim onları yok edeyim derken, arındırma gafletinde. Etrafta omurgasızlar “hele bir görelim kim öle kim kala” diye seviyesizlik peşinde.
Değişense; sadece dualar!
Bu vesile ile geç de olsa bayramınızı tebrik eder, hakiki bayramlara ulaşmamızı Sahib-i Hakiki’miz olan Yüce Mevla’mızdan niyaz ederim.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment