Biz kimin ümmetiyiz?
“Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ilk günden ruhunun ufkuna yürüyeceği ana kadar hep sulhun temsilcisi olmuş, temas kurduğu her farklı kesimle anlaşmalar yapmış ve bu anlaşmalara da sonuna kadar ve hassasiyetle riayet etmiştir. Genelde sulh denildiği zaman akla gelen Hudeybiye, sulh arayışının yoğun yaşandığı bir süreçtir. Efendimiz’in hayatına bütüncül bir nazarla bakıldığında O’nun, baştan sona ‘Sulh Peygamberi’ olarak yaşadığını görürüz. Şartları itibarıyle hemen her gün farklı bir gerginliğin yaşandığı Mekke döneminde bile O (s.a.v.) hep sulhun taraftarı olmuş, gerginliği asla tasvip etmemiş ve en problemli adamlarla bile oturup konuşmuş, kapıların birer birer yüzüne kapandığı dönemlerde bile onlarla hep konuşma zeminlerini kollamış, izzet ü ikramda bulunmuş, yemekler yedirmiş, ziyafetler tertib etmiş ve kapılarından kovmaları pahasına defalarca evlerine kadar gelmiş ve bütün bunlarla, kapanan her kapının ardından onlara kendisini ulaştıracak yeni yeni kapılar aralamayı hedeflemiştir.” (Şefkat Güneşi s.202)
Yukarıdaki satırlar Reşit Haylamaz beyefendinin ‘Şefkat Güneşi’ adlı eserinden. Eser, Efendiler Efendisi’nin (SAV) hayatına farklı bir pencereden bakmamızı sağlayan çok güzel bir çalışma. Ramazanın lahuti iklimine uygun, okunmasının gerekli olduğunu düşündüğüm bir kitap. Okuyunca, içinden geçtiğimiz bu sisli, dumanlı günlerde O’nun diriltici nefesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu bir kere daha hissediyor insan.
Bugünlerde yaşadığımız sürece, bu sürecin aktörlerine ve kullandıkları dile ve argümanlara bakınca, bu sürecin bir tarafında gücü ve iktidarı temsil edenlerin halinin, tek ve müstesna rehberimiz olan Peygamber Efendimiz’in dünyasından ne kadar da uzak olduğunu görüyorum.
Bir tarafta her halukarda sulhun temsilcisi, daima insanları kazanma stratejileri izleyen bir ‘Rehber’; diğer yanda kendisi gibi düşünmeyen herkesi ötekileştiren, hakaret ve iftiralarla boğmaya çalışan, hızını alamayarak küfürle, vatan hainliği ile suçlayan ve bu hususta ortaya delil koyma ihtiyacı hissetmeyen bir güruh.
Bir tarafta herkesin ‘Ebedi Saadeti’ elde etmesi için çile ile bezenmiş bir hayat yaşayan, kendisine hertürlü kötülüğü yapanları bile affetmek için bahaneler arayan ‘Şefkat Güneşi’ Efendimiz; diğer yanda O’nun izinden gittiklerini söyleyerek yola çıkıp sonra da O’ndan fersah fersah uzak bir vadide, kin ve nefretin temsilciliğini yapanlar, masum insanlara kumpaslar kuranlar, sahte deliller oluşturup muhalif düşüncedeki herkesi, yandaş savcı ve hakimlerle cadı avlarına tabi tutanlar…
Bir tarafta kendisine gelen sadaka ve hediye nevinden ne varsa anında dağıtmaya çalışan, yanında kalan miktardan dolayı ızdırap duyan ve elde ettiği ganimetleri ‘biteceklerinden endişe duymadan’ insanların kalplerini kazanmak için veren ve ‘ruhunun ufkuna yürüdüğü’nde kalkanı bir Yahudi tacirde rehin olan ‘İnsanlığın İftihar Tablosu’; diğer yanda milletin malından haksız kazanç elde etmeyi değişik fetvalarla ruhsatlı hale getirip, dünyalık üzerine dünyalık yığanlar, sonra da; bunu bir dava düşüncesine bağlayıp kendilerini rahatlatmaya çalışan zavallı müslüman geçinenler.
Yukarıdaki misalleri çoğaltabiliriz. Hırsızlıktan rüşvete, yalancılıktan hakaret ve iftiraya, kin ve nefretten ayrımcılığa kadar aklınıza ne tür yapılmaması gereken hareket ve tavır varsa ne acı ki memleketimizi idare eden bu oligarklar ve onların silahşörleri dört nala o yolda koşturuyor. En acısı da yaptıklarını dini bir kaideye oturtma çabası ve bir kısım din adamından fetvalar alınması.
Bir asırdır (belki daha da fazla) hakiki dava adamlarından mahrum milletimiz, gölge oyuncusu nevinden sahne alan ‘kartondan kahramanlar’a temenna duruyor ve maalesef bir kere daha aldanıyor. En yakıcı tarafı da bu hususta herşeyin birbirine karışmış, hak ve batılın bulamaç hale gelmiş, namertin mert kılığına girmiş olması.
İslami düşüncede istikametin kayıp gittiğini görmek, inanan insanlardaki dünyevileşme, hukukun ayaklara altına alınması, merhamet ve şefkat gibi bizim dünyamıza ait değerlerin yerini kin ve nefret söylemlerinin alması, nezaket ve kibarlığın değersizleşip, kabalık ve insanlara terbisizce muamelenin revaç bulması, insana ister istemez ‘Biz kimin ümmetiyiz?’ dedirtiyor.
Dikkat ediniz henüz sınırlarımız dışındaki -neredeyse bütün bir Orta Doğu coğrafyasını kaplayan- vahşetten bahsetmedim bile…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment