Başbakan ‘Dindar nesil’ ister mi?
Türkiye son aylarda eşi benzeri görülmemiş bir cinnet hali yaşıyor. Ülkenin başbakanı ortamı germek için özel gayret sarfediyor. Ortaya çıkmasından endişe duyduğu (iddia edilen) büyük bir yolsuzluğu gizleme gayreti ile her adımında daha büyük suçlara imza atıyor. Nefret söylemlerinin dozajını artırıp halkı birbirine karşı kışkırtıyor. Gözler önüne dökülen pisliğin temizlenmesi mümkün olmadığı için, hesaptan kaçmak adına hukukun içini boşaltıyor. Adeta işlediği cinayeti örtbas etmek için, kanlı gömleği ile cinayet mahallini temizleme gayretindeki birinin çaresiz haline benziyor yaşadıkları.
Kısaca hatırlayacak olursak, 17 Aralık yolsuzluk operasyonunda hazırlıksız yakalanmanın şokuyla ne yapacağını ve nasıl konuşacağını bilemeyen başbakan, ilk şoku atlatınca; hükümete karşı bir darbe girişiminden bahsetti ve olaya adı karışanları önce suçsuz ilan etti, peşinden kirli olanların ayıklanması gerektiğini ifade ederek bakanlarının istifa etmesini istedi. Bu arada emniyet ve adalet teşkilatlarında daha önce eşi ve benzeri olmayan bir tasfiye operasyonu ile sistemin içini boşalttı. Son tahliyelerle içeride kimse kalmayınca da ‘hak yerini buldu’ dedi.
Ortaya çıkan ses kayıtları ile ilgili; montaj, dublaj ve kriptolu telefonlarımızı dinlemişler gibi birbiri ile çelişen yorumlar getirerek onları red yoluna gitti. Daha sonraki kayıtların bir kısmını önce kabul etti sonra da montajlanmış diyerek kafa karışıklığının hangi seviyede olduğunu ortaya koydu.
Bu kadar çelişkiye rağmen başbakan söylediklerinin mutlak doğru olduğunun kabul edilmesini istiyor ve sorgulanamazlık zırhı giymeye çalışıyor.
Diğer yandan, meydanlardan salon konuşmalarına, televizyon programlarından basın toplantılarına kadar her yerde ve her ortamda bol yalan, iftira ve hakaret dolu söylemlerle Hizmet haraketini hedefine oturttu. Bütün yaşananların sorumlusu ilan ederek Hizmet’i paralel yapı diye yaftaladı. Peşinden akılla, iz’anla, dinle, imanla ve hatta insanlıkla bağdaşmayan hakaretleri saydırdı ve devam ediyor.
Değil Cumhuriyet tarihi, belki de ilk Türk devletinin kurulduğu zamandan beri bu denli büyük çapta yolsuzlukla karşılaşılmadı. Buna rağmen, gerçekleşenlerin her hali ve her anı ile sorgulamak ve hesap verilmesini istemek hakkına sahipken akıllarımızla alay ediliyor.
Bir de hükümete yakın medya ve sosyal medyadaki yandaşları ve tetikçileri, Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi’den, harekete gönül vermiş en ücra köşedeki şahsa kadar herkese tarihin görmediği bir tarzda hakaretlerle, iftiralarla, tehditlerle hiç durmadan saldırıyor. Değil dindar bir Müslümanın sıradan bir inançsızın bile kabul edemeyeceği bu tarzda bir saldırı nasıl oluyor da kimseyi rahatsız etmiyor?
Gerçek dindar, Kur’an’ın kendisine öğrettiği ahlak üzere haraket etmek mecburiyetinde değil midir? Evvela akletmek, tefekkür etmek ve sorgulamak onun en önemli şiarı olması lazım gelirken, gördükleri karşısında sorgulamayan insan tavrı gerçek bir dindar tavrı mıdır?
Kur’an ve Efendimizin (S.A.V.) sünneti; orta yolu tavsiye etmişken, Firavuna bile kavli leyyinle gidilmesini emretmişken, gıybet etmeyi ölü eti yemekle eş değer tutmuşken, haddi aşmamayı salık vermişken ve daha nice ayet ve hadislerle yolumuz aydınlanmışken, söz konusu tavırların dindarlıkla bağdaşmadığı aşikardır.
Yoksa, içi boşaltılmış, dini hassasiyeti olmayan ‘Öl de! ölelim’ basitliği ile lidere mutlak itaat eden, sorgulamayan bir nesil mi oluşturulmak istenmektedir?
Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun ifadesiyle; “Görsel dindarlığın arttığı dünyevileşen bir nesil” gerçeği ile mi karşı karşıyayız?
Ali Bardakoğlu ne demişti kısaca hatırlayalım: “Dindarlık bir insanın öz sorunu, öz gerçeği, kendi sorunu. İbadet de kişinin özgürlük alanı ve tercihi. Peygamberimizin uyarısı ile söyleyeyim; dindarlığın en üst düzeyi, ibadetler değil ihsan mertebesidir. Çok geniş boyutuyla insan hakları, yetim hakkı yememe, temizlik, üretme, gıybet etmeme diye düşünürsek, Türkiye’nin dindarlaştığını söyleyemeyiz. (Akşam Gazetesi 5 Şubat 2012)”.
Bugün, başbakanın etrafını saran, kefenler giyip ona ölümüne bağlılık yeminleri eden ve hiç sorgulamadan toplumun bir kesimine karşı linç kampanyasının malzemesini yüklenen bir grubun varlığı içi boşaltılmış bir ‘dindar nesil’ kavramı ile açıklanabilir.
Gerçek dindarlık bugün yaşadığımız akıl tutulması ile aynı ortamda bulunamaz. Yetim hakkı yiyen bir iktidarı sorgusuz sualsiz desteklemek bir dindara yakışmaz. İftira, hakaret ve gıybet yüklü ifadeleri herhangi bir cemaate karşı bu kadar pervasız kullanan insanlar nasıl gerçek manada ‘dini taşıyan ve onu hakkıyla yaşayan’ olabilirler?
Başbakanın etrafındaki oligarşik yapı hangi fikrin taşıyıcısıdır onu bilemem ancak; liderlerini körü körüne takip eden daha geniş çaptaki topluluk, çoğu itibarı ile bir fikrin sancısını çekmemiş, şekilci ve dünyevi hazların ağırlığı altında oldukça kolaycı bir hayat tarzına sahip görünüyorlar. Bu da sorgulanmayı hiç hazzetmeyen başbakan için bulunmaz bir nimet.
Siz başbakanın bir zamanlar diline doladığı ‘dindar nesil’ söylemine bakmayın, onun asıl istediği yaptıklarını sorgulamadan kabul edecek, onun ne kadar büyük bir lider ve İslam Alemi’nin son halifesi olduğunu haykıracak insanlar topluluğudur. En büyük korkusu ise yapılan yolsuzluklara rağmen, ‘bunlar gerçek olsa da kimse inanmaz’ demeyecek gerçek dindarlardır. İşte o yüzden başbakanın en son isteyeceği şey ‘gerçek dindar bir nesil’dir.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment