Adanmışlık
Her ulu dava ızdırap renklidir. Yüce ve yüksek hakikatler zorluklarla içiçe neşv-ü nema bulur. Her doğum sancılı olur. Tohum toprağın bağrına atılmadan, karanlıklarla boğuşmadan, çatlamadan başını ışığa çıkaramaz. Kışın en şiddetli fırtınalarıdır nice baharları bağırlarında saklayan. Zirvelere tırmanılmadan çıkılamaz. Kurbansız bayramlar düşünülemez. Bütün muvaffakiyetler, mahrumiyetlerin neticesinde elde edilmişlerdir.
Asr-ı Saadet, bir kutlu tekevvünün en parlak devresidir. Ama o ışığa ulaşmak nice karanlıkları aşmakla olmuştur. O ab-ı hayata varmak için, yıllarca ızdırap yudumlanmıştır. Huzeyfe (r.a.) babasının evinden kovulmadan, Bilal (r.a.) kızgın taşların altına yatırılmadan, Zübeyr (r.a.) hasırlara sarılıp yakılmadan elde edilememiştir o ‘Altınçağ’.
Habeşistan’a göç kervanları düzülmeden, hüzün senesinde gözler yaşlarla dolmadan, Taif’te taşlanmadan o yollar aşılamamıştır ve Mekke’den hicret etmek zorunda kalmıştır Müslümanlar.
Sonrasındaki bütün asırları kuşatan o nurlu tekevvünün, asırları sarışında, bu ilklerin çektikleri en büyük hisseye sahiptir muhakkak. Öyle ki, Malazgirt zaferi, Bedir Arslanları’nın kanı, teri ve gözyaşı üzerine bina edilmiştir. Ulubatlı Hasan’ın İstanbul surlarına sancak dikişinde, Uhud Şehidleri aslan payının sahibidirler. Asırlar boyu zaferden zafere koşan İslam ordularının her bir zaferinde, Efendiler Efendisi’nin (SAV) seriyyeleri hissedardır.
En büyük muvaffakiyetler, iman ve ızdırabın, aksiyon haline dönüşmesi ile elde edilmiştir. Aksiyon çok mühimdir. O teşebbüs demektir. Teşebbüs her tekevvünün ilk şartıdır. Her yeni tekevvün, müteşebbislerinin iman ve aksiyonu ile doğru orantılı gelişir, inkişaf eder.
Aksiyon küheylanın şaha kalkmasıdır. Hedefi tam onikiden vurmaktır o.
Fakat şartların ağırlığı, müteşebbislerin azlığı, taşınan yükün değeri ve elde edilecek şeyin büyüklüğü bir arada olunca, orada aksiyon üstü bir aksiyona ihtiyaç vardır. Orada artık tam adanmışlık ve kendinden vazgeçme gerekir. Üzerinde durmaya çalıştığımız bu nurlu tekevvünün bütün asırları içine alışında ‘adanmışlık’ herşeyin üzerinde kendisini gösterir.
Küheylanın şahlanışı aksiyon ise, koşup çatlaması adanmışlıktır. Zekat olarak ömrünün tamamını vermektir adanmışlık. İftarı, ebedi ve hakiki ‘Sevgili’ ile vuslat olan bir oruca niyet etmektir o.
“Tebliğ açıktan yapılacak” emri üzerine, bir avuç inanan insanın Mekke sokaklarında her türlü eza ve cefaya rağmen inançlarını ifadeleri aksiyon ise; Bedir’de hiç beklemedikleri düşman ordusunu karşılarında görünce, Sa’d bin Muaz’ın, Allah Resulü’ne (SAV) söyledikleri tam bir adanmışlık tavrıdır. O büyük sahabe; “-Ey Allah’ın Resulü! Biz sana iman ettik, senin getirdiğin Kur’an’ı ve İslam hakikatlerini tasdik ettik. Sana mutlak bir şekilde itaat etmek üzere biat ettik. İstediğin yere git. Bizden hiç kimse senden ayrılmayacaktır. Sana Kur’an’ı indiren Allah’a yemin ederim ki, (Yemen taraflarında bir dağ olan) Berku’l-Gımad’a kadar atını sür Ya Resülallah! Bizden tek kişi dahi geride kalmayacaktır… Canımız işte burada istediğin canı al Ya Resülallah! Malımız işte burada, istediğin kadarını al ve istediğin yere ver Ya Resülallah!” diye haykırmış ve kavminin hissiyatını dile getirmişti.
Mekke’de kızgın çöl kumlarındaki işkenceler karşısında, yükselen “Allah-u Ehad” çığlıkları, aksiyonun seslenişi ise, Uhud’da zahiren ve muvakkaten, mağlub görünen müslümanların, bütün yaralanma ve hırpalanmalarına rağmen, ta “Hamraul Esed”e kadar, hem de Ebu Süfyanın “-Vallahi onların kalanlarının kökünü kazımak için azimlendik.” deyişine aldırmadan at sürmeleri ve düşmanlarının kalplerine korku salmaları ancak adanmışlıkla izah edilebilir.
Mute’deki üçbinin, yüzellibini yüzgeri edip dağıtmasındaki sırlı hikmet; “-Bizim ölümden kaçtığımız kadar onlar ölümü peşinden kovalıyorlardı.” ile açıklanmaya çalışılıyorsa buna adanmışlıktan başka bir şey denemez.
Malazgirt’te zafer kazandıran bir nurlu aksiyon Fatih’le öyle sırlı bir cinnete dönüşüyordu ki, gemiler karadan yürüyor ve bir çağ bütün karanlığını dürüp kaçıp gidiyordu. Allah aşkına herşeyden geçen adanmışlar olmasaydı bu mümkün olur muydu?
Adanmışlık; ulaşılması gayr-ı mümkün görünen herşeyin üzerine azim ve kararlılıkla giderek Allah’ın inayeti ile mümkün hale getirmektir. Davasının delisi olmaktır. Bir kara sevdayla yollara koyulup bir daha geriye dönmeyi düşünmemektir.
Hazreti Bediüzzaman’ın “-Gözümde ne Cennet sevdası, ne Cehennem korkusu var. Milletimin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım.” feryatları ile ifadesini bulan şeydir adanmışlık.
Barla’ya sürüldüğünde, kendisi ile konuşmanın dahi yasak edildiği ve “-bu adamla konuşanı idam ederiz.” dendiği halde, bir yağmurlu günde, delik lastikleri koltuğunun altında ve sırılsıklam ıslak bir vazyette kendisini gören Sıddık Süleyman’ın, gözyaşları içinde; “-Vallahi sekiz kere idam etseler, sana yine de hizmet edeceğim.” deyip bir daha ayrılmamasına adanmışlıktan başka ne denir.
Ve nihayet bugün dünyanın yüzelliden fazla ülkesine ellerinde meşaleler seferler düzenleyen ve her türlü hakarete, iftiraya ve tehditlere rağmen yollarından geriye dönmeyen ‘günümüzün karasevdalıları’ ile onlara yürüyün yiğitler arkanızda bu millet var deyip, iş başa düştü ihtarı ile; fabrikalarının anahtarlarına kadar herşeylerini vermeye amade bu asrın muhacir ve ensarlarının
yaptığıdır o.
Adanmışlık nice ismini bilmediğimiz bilinmezlerin, nice ermişlerin kendini bir davaya vermişlerin dünyayı ellerinin tersi ile itip, dökülüp saçılmasıdır, başlarını kardan çıkarsınlar diye tüm kar çiçekleri.
Adanmış dünyayı ne yapsın, dünya da adanmışa ne yapabilsin. Artık ne gam ne tasa değil mi ki gelecek bize gülecek. İstikbal inşallah ikbal dolu olacak. Başına toprak saçsın hüznün, kederin, yeisin temsilcileri, başlarını taşlara vursun onlar, saçlarını yolsunlar.
Değil mi ki Allah var gam yok!
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment