Eğitimin hali, dua ve yabancı dil
Çoğunuzun bildiği gibi yıllar evvel ‘Rehber Abi’ ismiyle yazardım. Zirve dergisinde başlayan yazı maceramız Zaman Eğitim Sayfası ile devam etmişti. Farklı bir kaç sebebin yanında ‘Rehber Abi’ yi bırakmamın asıl sebebi ise o zamanlar YÖK’ün üniversite eğitim sistemine, seçme sistemine vurduğu darbeler, meslek liselilerin önünün tıkanması ve sürekli yapılan değişiklikler olmuştu. Bunlar olunca yarı latifeli bir üslupla üniversite adaylarını teşvik etmeye çalışan bendenizin yazı yazma isteği de bitmişti. Latife yapmaya bile utanır olmuştum.
Bugünlerde geldiğimiz nokta ise o zamanları da aratır durumda. Siz bu yazıyı okurken Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) hakkında verilen kanun teklifi geçmiş bile olabilir. Yüzbine yakın okul idarecisi, eğitimci görevlerinden alınmış, bakan ve müsteşar dışında kurumda yeri değişmeyen kimse kalmamış olabilir. Bir yandan yapılan hemen her sınavda hata çıkması, bir yandan belirsizlikler… Şu dönemde öğrenci olmak da, veli olmak da çok zor. Bakanlığın ismi Milli Erozyon Bakanlığı olsa daha iyi olur diye twit atanlar var.
Bugün yazımda ne o eski acı hatıralara ne de bugünün olumsuz atmosferine girmek istiyorum. Yukarıda yeterince girmiş oldum zaten. Biraz tefekkür, biraz tebessüm diyor ve öncelikle duaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Daha önce de bahsetmiştim; abiniz baba evindeyken, güzel bir alışkanlıkla her ne zaman evden ayrılıyor olsa annesinden hayır dualar isterdi. Bu alışkanlığına ağzı dualı merhum bir veli Zat’ın tavsiyesi üzerine başlamıştı. Tanıdığım bir çok başarılı insanın da benzer şeyler yaptığını gördüm. Büyüklerin, ebeveynin, hususiyetle de annenin duasını alarak işlere başlamak kanaat-i acizaneme göre hayli önemlidir. Şayet sebeplere riayet ederek gerekli hazırlıkları yaptı iseniz bu hayır dualarını da üstüne ekleyerek başarıyı beklemeye başlayabilirsiniz. Dua deyince evladı hakkında duası çok makbul olan annelerin yanı sıra bir anne şefkati ile öğrencilerinin üzerine titreyen, aklı ve kalbi dolu öğretmenlerin öğrencileri için yapacağı duaları da unutmamak gerekir.
Alanım olmadığı gibi bu gazetenin kültürlü okuyucu kitlesinin çoğunun da malumu olan bir mesele olduğundan dua ve ehemmiyeti üzerine yeni bir şeyler yazmam söz konusu değil. Ancak bir kaç yıl evvel muttali olduğum, o zaman köşemde de paylaştığım, yakından takip ettiğim enteresan bir hadise var ki bir kez daha paylaşmadan yapamayacağım.
Yurtdışında, gelişmiş bir Batı ülkesinde koşturup fedakarca vazife yapan öğretmenlerimizden birisi hanımı ile beraber yakın zamanda doğacak çocuklarının heyecanı içinde beklerlerken üzücü bir haberle sarsıldı. Yapılan tetkiklerde bebeğin beyninde siyah noktacıklar görünüyordu. Doktorlar çocuk doğduğunda bir veya birkaç organının eksik olacağını söyleyerek arzu ederlerse çocuğu alabileceklerini bildirdiler. Son derece gelişmiş tıbbi imkanlara sahip bir hastanede tespit edilen bu durum karşısında anne ve baba çocuğun alınmasına razı olmadı. Büyüklerin de tavsiyesi ile o çevrede ulaşılan her tanıdıktan dualar istendi, dualar edildi. Ve çocuk dünyaya tahmin edebileceğiniz gibi bütün organları tam olarak geldi. Durumu gören doktorlar şaşkınlıklarını gizleyemezken olayı bilen herkes sevince boğuldu. Buna benzer bir çok hadiseyi sizler de duymuş, yakından müşahade etmiş ve belki de bizzat yaşamışsınızdır. Her şeyi bilen-gören-işiten-yapan Zat’a işlerimizi dua ile arz etmekten daha tabii ne olabilir? Şimdilerde de yapabileceğimiz başka bir şey yok zaten.
ABD’deyiz. Burada olduğumuzu bilen hemen herkes gelmekten, okumaktan, dil öğrenmekten bahsediyor, mantıklı-mantıksız sorular soruyor. Türkiye’de traş olduğum berberimin ‘araba ile mi geldin abi?’ sorusundan tıp doktorlarının çalışma izni alıp alamayacaklarına kadar her alanda, her derinlikte soruya muhatap oluyoruz. Tabii herşeyin başı yabancı dil konusu. Bu sebeple de yıllardan beri gençlere, öğrencilere ‘ne okursanız okuyun, nerede çalışırsanız çalşın, en az 1 yabancı dil öğrenmeye bakın, çok önemli’ demekteyim. Bu konu açıldığında her zaman aklıma gelen bir fıkrayı da aktarmadan geçmeyeyim.
Fare bir peynir kokusu duyup, kafasını dışarı uzatmış. Fakat bunun kedinin bir tuzağı olabileceğini düşünüp dışarı çıkmamış. Biraz beklemiş ve sonra “miyav” diye bir ses duymuş. Ertesi gün de peynir kokusunu almış ve “miyav” sesini duymuş, yine yerinden çıkmamış. Sonraki gün “hav hav” diye bir ses duymuş ve kedinin ortalarda olmadığını düşünerek dışarı çıkmış. Çıkmasıyla beraber pençeyi yemesi bir olmuş farenin. Kedinin tuzağına düşmüş. Kedi yerde baygın halde yatan fareyi yanında duran yavrusuna gösterip durumu izah etmiş. “Bak yavrum. Gördün mü yabancı dil ne kadar önemli!”
Evet, en klasik ifadesi ile ‘bir lisan bir insan, iki lisan iki insan’. Halen ABD’de olan çocuklarımızın da Türkçe ve İngilizce yanında en az bir dil daha öğrenmelerini da hassasiyetle tavsiye etmekteyim.
Madem bu kadar eğitimden bahsettik, Robert L. Weber’den ilginç bir sözle bitirelim: “Daha sonra yanlış olduğunu ortaya çıkardığımız bir çok şeyi bilmedikleri için sınıfta bıraktığımız kimya öğrencilerinin sayısı üzerinde düşünmek bile çok rahatsızlık verici! ”
E-posta: gezginabi@yahoo.com
Twitter: @Gezginabi
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment