Bir zamanlar Rehber Abi

Bir zamanlar Rehber Abi

Evvel zaman içinde, bu fakirin Zaman gazetesinde şimdikinden farklı bir köşesi vardı. Hatta köşe ifadesi az gelir, çeyrek sayfadan oluşan bir bölümü vardı. Haftada iki defa yazar, bazı günler o köşenin ebatları yarım sayfayı zorlar idi. O zamanki ismimiz Rehber Abi’ydi.

Daha eskilere gidecek olursak; bir dostumun tavsiyesi ve ısrarı üzerine gelmiş geçmiş en iyi üniversite hazırlık dergilerinden olan Zirve’de ilk yazıllarımızı kaleme almaya başladık. Mühendis’tim, iş bulma sıkıntım da yoktu ama daha çok sevdiğim işi yapıyordum yani öğretmendim. Bir şey anlatmaktan çok fıkra anlattığımdan mı bilemiyorum ama yazıların epey ilgi gördüğü söylendi. Çok geçmeden de Zirve’den gazeteciliğin zirvesi Zaman a transfer olmuştum.

Güzel günlerdi. ÖSYM nin sabah akşam sistemi değiştirmediği, YÖK ün bütün olumsuzluklarına karşı sınav sistemini hallaç pamuğu gibi atmadığı zamanlardı. O yüzden de belirsizlik az olur, abiniz de elden ve kaleminden geldiğince üniversite adaylarına yardımcı olmaya çalışırdı. Yazıları sadece o zamanki isimleri ile ÖSS ve ÖYS ye girecek öğrenciler değil, çok daha geniş bir öğrenci kitlesi takip ederdi.

E-mail kullanımının bu kadar yaygın olmadığı zamanlardı. Bazı günler köşemde ‘haftanın ödüllü sorusu’ olarak bir zeka sorusu sorardım. İlgi büyük olur, çok sayıda cevap yazan olurdu. Gazeteden eve çuvalla mektup taşıdığımı hatırlarım. Bazı sorular gerçekten zor olur, cevaplarını bulamaz, birisi çözse de ben de öğrensem diye dua ederdim.

Bütün bunlar olurken ülkenin en büyük dersanesinde çalışmaya devam ederdim tabii ki. Fırsat buldukça da davet edildiğim şehirlere gider, konferans ve seminerler verirdim. Özellikle Marmara, Ege ve Karadeniz’de dolaşmadığım şehir kalmamıştı diye hatırlıyorum. 

Sonra o acı ve üzücü hatıralarla dolu 28 Şubat süreci başladı. Hayatın her safhasına etki eden bu süreçte kuşkusuz en büyük darbeyi eğitim hayatı yedi. Ne sistem kaldı, ne de adam gibi bir sınav. Katsayılarla oynandı, göz göre göre bir kaç sene boyunca mezun olan yüzbinlerce öğrenci harcandı. Meslek liselilerin üniversiteyi kazanması nerede ise imkansız hale geldi. Yazmaktan da konuşmaktan da ilk defa o tarihlerde soğudum. İnsanın espri bile yapası gelmiyordu. Neyi tavsiye edecektik, rehberlik yapacaktık ki! İnsanlar geleceğe karamsar bakıyorlar, umutlarını kaybediyorlardı. (İşin acı tarafı şu son bir kaç aydır yaşadığımız bazı hadiseler o zamanları bile aratır hale geldi.)

O soğuk şubat iklimi aynı zamanda  başörtüsü yasağının da  yeniden ve yıllar sürecek şekilde ülke gündemine oturduğu günlerdi. 

Böyle zamanlar tehlikeli zamanlardır. Bütün dünyaya, olaylara ve tarihe maddi gözlükle bakanların pek anlayamayacağı ve dolayısıyla birbirine bağlayamayacağı hadiseler yaşanır. Nitekim onbinlerce insanımızı kaybettiğimiz Adapazarı-Gölcük ve sonrasındaki Düzce-Bolu depremleri art arda yaşandı.

Deprem esnasında İstanbul’ da evde yalnız başınaydım. O gece depremden sonra habire sallanıp duran apartmanda duracağıma İstanbul’un manevi olarak en sağlam binası olarak düşündüğüm işyerime yani dersaneme gittim. Depremzedelere yardım malzemesi toplanması ve götürülmesi organizasyonunu yaptığımız merkezlerden birisi oldu orası. Bir yandan eşya getirenleri, gönüllüleri organize etmeye çalısır, diğer yandan da telefon başında durur, öğrencilerimizi ve ailelerini tek tek arayıp yardıma ihtiyacı olan var mı öğrenmeye çalışırdık. Dersane demek parasını aldığın kursu verip, sonra da arkanı dönüp gitmek demek değildi ki!  Hatta özellikle deprem bölgesindeki üniversitelerde okuyan eski öğrencilerimize ulaşmaya çalışırdık. Orası bir dersane değil aile yuvasıydı hepimiz için. Dersanelerin kapatılması ile alakalı olarak tepkimizi anlayamayanlar dünyaya herkesin kendileri gibi baktıklarını, maddi gelir ve rant peşinde olduğumuzu zannediyorlar. Bu gidişle anlamaları da mümkün olamayacak zaten. 

O deprem zamanında büyük küçük herkes yardım etme derdindeydi. Hem oralarda gördüklerim ve anlatılanlar, hem de bana ulaşan bilgilerle deprem esnası ve sonrasında yaşanan bir kısım manevi hadiseleri de anlatan iki adet yazı yazdığımı ve gazetenin normal ismimle yayınladığını hatırlıyorum. 

Tabi o zamanlar tek bir Rehber Abi vardı. Ama sonrasında sayımız artmış. Tanıdık tanımadık eğitimci arkadaşlardan aynı isimle yazanlar, adaylara yardım etmeye devam edenler oldu. Hatta ABD’deyken bir gün email adresime ‘abi dün Kahramanmaraş’ta yaptığınız konuşmayı kaçırdım, bir soru soracaktım…’ diye başlayan bir posta da geldi. Önce ‘Allah’ım bu kadar maneviyat kesbettiğimi bilmiyordum, aynı anda başka yerde de mi gözükmüşüm’ gibi bir düşünceye kapılır gibi olduysam da hemen kendime geldim. Ne ben o şahıstım, ne de konular buna müsaitti. Nasıl bir cevap verdiğimi hatırlamıyorum. 

Rehberlikten gezginliğe nasıl mı geçtim ? Ona da zamanı gelince değineceğiz elbette. 

Email: gezginabi@yahoo.com 

Twitter: @Gezginabi

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.